İslamcılık ile dindarlık arasında bir ilişki var mıdır? Varsa bu ilişki arızi mi yoksa zorunlu mudur? Yani birinin varlığı diğerinin de varlığını gerekli kılmakta mıdır? Aralarında bir bağ yoksa o zaman farklı farklı varlık alanlarını mı oluştururlar? Eğer farklı iseler birbirlerini etkilerler mi? Etkilerlerse ne derecede etkilerler? Bütün bu soruların cevaplarının bir çırpıda verilemeyeceği aşikâr! Çünkü sorular son derece kapsamlı, lakin cevaplanması da bir o kadar elzem.
Elzem çünkü İslamcılık cereyanının ideolojiye dönüşüp dönüşmemesi bu sorulara verilecek sağlıklı cevaplarla doğru orantılı.
Evvelemirde “İslamcılık” hareketinin amacı nedir? Müslümanların içerisinde bulundukları zillet halinden, ezilmişlikten sömürüden ve başkalarını körü körüne taklitten kurtarılması! Peki, hedefi nedir? Hâkim olan Batı medeniyetinin maneviyatsız, ruhsuz, vicdansız ahlaksız ve ikiyüzlü ilkelerine karşı kaynağı ilahi olan ilkelerle cevap vermek. Yani insanların davet edileceği yeni bir kültür ve medeniyet havzası oluşturabilmek!
Birileri Batı hakkındaki yargılarımdan dolayı beni insafsız davranmakla suçlayıp, dediklerime peşinen önyargılı olabilir. Bunun izalesi için ufak bir örnek vermek istiyorum. Kardeşlik, özgürlük ve eşitlik sloganları ile dünyaya bir devrim hediye eden, meşhur Aydınlanma akımının tetikçisi olan Fransa'nın aynı zaman diliminde Afrika'daki sömürgelerine ne yapıp nasıl davrandıklarını öğrenince bana hak verilecektir. Batı'nın ahlaksız, ikiyüzlü ve vicdansız olduğu şeklindeki tespitlerim en azından beklenenden daha az tepki çekecektir.
Bu bağlamda İslamcılığın “amacı” ve “hedefi” gözetildiği zaman iki veçhesi bulunması gerekmektedir. Birincisi siyaset ikincisi kültür ve medeniyet... İşte zannımca tam da burada bir kafa karışıklığı yaşanmaktadır. Siyaset hususunda kimsenin bir itirazı yok. Ama kültür ve medeniyete gelince iş değişmekte ve kanaatler farklılaşmaktadır.
Kültür ve medeniyete yönelik işlemlerin mahiyeti ne olacaktır? İnşai mi, yoksa ihya edici mi?
Eğer inşai ise o zaman her şeye sıfırdan başlanacak demektir. Bir başka ifade ile asırların birikimi olan gelenek olduğu gibi reddedilecek ve bir medeniyet yeniden inşa edilecek demektir. İşte bu nokta İslamcılığın mahiyet itibariyle ideolojileşmeye başladığı noktadır. Çünkü bu tür bir kafa, dilinden düşürmediği Kur'an'ı bile anlarken modern verilerden hareketle anlayacaktır. İfadem yanlış anlaşılmasın “modern problemler Kur'an'a sorulacak” demiyorum. Bu zaten olması gereken, sorulması gereken, Kur'an'da cevabı aranması gereken hususiyet. Lakin inşai bir hareket bu tür sorular karşısında son derece kısır kalacaktır. Kısır kalacaktır, çünkü köksüz, geleneksiz hatta vatansız bir pozisyondadır. Modern dünyanın karşısında, özelliklede günümüzdeki küreselleşme cereyanı karşısında içerisinde bulunduğu zayıflığı ve savunmasızlığı neticesi, gereken soruları sormuş olsa dahi vardığı neticeler hâkim medeniyetin neticelerini yeniden üretecektir.
Böylece amacına ve hedefine ulaşamadığı gibi sarf edilen emekler boşa gitmekle kalmayıp, dahası “İslamcılık” modern bir hareket olarak ideolojileşecek, sığ bir siyasi hareket olarak Batılı yol ve yöntemlerle iktidara gelmenin ve dünyayı acil olarak değiştirmenin çaresine bakacaktır.
Tıpkı El Kaide gibi, IŞİD gibi ve diğerleri gibi. Ruhsuz, vicdansız, merhametsiz, fıkıhsız/hukuksuz! Çağdaş bir ideolojide ne varsa eksiği yok fazlası var! John Gray tam da bu bağlamda El Kaideyi modern bir hareket saymaktadır, “El Kaide. Modern olmanın anlamı” isimli kitabında.
Yukarıda “modern problemlerin Kur'an'a sorulması” konusuna değindim. Yeri geldiği için devam etmede faide var sanırım. İdeolojileşmiş bir İslamcılık da bu tür sorulara yer yoktur. Soru sormak için, evvela bir mukayese yapabilmek lazım. Dünyayı yeniden inşa edeceğini söyleyenler, kendilerinin ancak yıkmakla görevli olduklarını sanırlar. Yerine ne koyacaklarını değil. Çünkü onlara ne Vahiy gelmektedir, ne programları ve nede somut bir sonuç elde etme kaygıları vardır. Ayrıca içgüdüleri ile hareket ettikleri için onların içlerinde yatan aslan intikam almak çektikleri acılar nedeniyle yüreklerini soğutmaktır. Asil ve vakarlı bir tavır beklemek yersizdir. Çünkü kökleri, gelenekleri, vatanları en önemlisi İslami bir kişilikleri yoktur.
Bu tür bir İslamcılık için insan kaynağı bulmak hiçte zor değildir. Batı seri üretim güdercesine insan öğütmektedir. Afganistan, Irak, Bosna vs İslam Topraklarının işgali neticesi yaşanan toplu öldürmeler, hapishaneler, işkenceler ve insan onurunu çiğneyen cürümler elbette ki oradaki insanların ruh halini bozacak ve içlerinde kin birikmesine sebebiyet verecektir. Bunun yanında geçen yüzyılda sömürülen, Cezayir, Fas ve Tunus gibi Kuzey Afrika Ülkelerinin öldürülen babaların çocukları hatta torunları bugün Avrupa'dadır. Banliyölerdeki bu gençlerde aynı durumdalar. Dışlanmışlık ve hakir görülmek... Üstelik onlar öldürülen atalarının değerlerinden de kopmuş vaziyettedirler. Bu gençler de ağızlarında argo, rap peşinde marka heyecanı içerisindedirler. Tıpkı Batılı gençler gibi. Bir farkla onlar Batılı kentsel alt kültüre bağlıdırlar. Fakat içlerinde her daim bir hınç büyümektedir. Fırsatını bulunca kırmak dökmek ve yıkmak için can atarlar.
İşte bu Batı kurbanı nesiller için “İslamcılık” bir araya gelebilecekleri bir sığınaktır. Yahut eylemlerini uğruna yapacakları bir ideoloji...