Sadece zor değil, zorun ötesinde bir yerde olduğuna da vakıfım.
Sorunu çözecek olan “taraflar” Türk tarafından Devlet, Kürt tarafından Kandil'dir (Öcalan'ın elinden alınmış durumda, bu hâliyle). Kıyasıya çatışan bu iki tarafta, inanılmaz-düzeyde benzer-bir- durum var: ikisinin DE kendilerini ayakta tuttuğuna inandıkları bir “Yapı” sarmalından çıkamama hâlidir, bu benzerlik. Öcalan tecridinin DE iki “sağlam” ayağıdır bu eş-kripto Yapılar !
Kuşkusuz ki bu bir yanılsamadır. Gerçekte onları “ayakta tutan” değil, en talihsiz akıbete götürecek olandır bu “ikizler” Yapı…
İşin kendisi zor değil aslında, hiç zor değildir: 2 günlük İmralı görüşmemizden sonraki avukat görüşmesinde (7 Ağustos 2019) “çözüm bir haftalık iş” deyince Öcalan, ben de “Cumartesi-Pazarını çıkaralım, 5 gün” dedim.
İşi zorlaştıran sebebi hakikatte, iç-içe geçmiş Objektif ve sübjektif yan var.
- Objektif taraf: “İş” ile ilgili ve yetkili olanların, sorunun NE olduğunu bilmemeleri
- Sübjektif taraf: İşin çözümsüzlüğünden bir “hayat membaı” bulmuş olmaları
İşimdeki Zor'un en- girift en-hazin özü ise, İkincilerin Birincilere hâkim olmuş olmalarıdır! Yani; iki taraftan da bilinen/görünen aktörlerin bu İkincilerce kuşatılmış olmasıdır. Çok kolay olanın zorlaştırılmışlığı buradadır.
Düşünün ki; işi adeta yağdan kıl çeker gibi çözebilecek hem felsefî hem siyasî hem sosyolojik “kaynak” olan Öcalan'dan ölü-sağ haberi alınamazken, çözümsüzlüğü “hayat membaı” edenler tarafında bir gaz-basılmış teneke liderlik, medyanın “cilalı yüzü” olarak Edirne'den maç menajeri gibi harıl-harıl çalışıyordu… Çözümsüzlükten iyi kazananlar ve meselenin NE olduğunu bilmeyenlerin el-birliği ile!
Hasılı: kısaca ve özetle yani, sorunun NE olduğunu çalışmayan objektifler ile, sorundan “hayat membaı” bulanların “otomatik” bir birlik-ve-bütünlüğü söz konusudur.
Sorunumuz NE'dir? İlk ve son hâl: Mesele, Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi (ulus-devletleşme, yani bölünme) değildir. “Kapitalist Pazar Ulus'un rahmidir, etnisite daha sosyolojiktir” der Öcalan. Dolayısıyla meselemiz, Kürtlerin Türkiye'de “Kürt kökenli” olmaktan veya “vatandaş olunca Türk olan Kürt” olmaktan çıkıp, her hâl ve şartta Kürt olması/kalması meselesidir... Ne ulus-devletleşme ne Federasyon ne de “demokratik özerklik” Cumhuriyet Kürtlerinin doğasına uygundur. Hem demografik hem coğrafik hem kültürel olarak müsait değildir!
Cumhuriyet sınırları içindeki Kürtlerin yüzde 70'ine yakını Türkiye coğrafyasında yaşamaktadır. Kürdistan'da yaşamını “bir-şekilde” sürdürenlerin de en-az yüzde 70'inin bir ayakları Türkiye'nin metropol kentlerindedir... İran, Irak ve Suriye Kürtlerinin de “gözü” buralardadır!
Meselemiz de sorunumuz da özgür yaşamdır, demokratik hayattır, kültürel maneviyattır. Yani kendi kimliğiyle özgür, kendi ekonomisiyle demokratik, kendi kültürel değerleriyle serpilebilmiş olmaktır.
Onun için Ada (Öcalan) “Sınırlar ve Sınıflar için savaş dönemi bitti!“ demişken, Dağ (Bayık) “Özgürlük ve Demokrasi yeni sınırlarda ve yeni devletleşmelerde aranmamalıdır!” dedi…
Peki ben kim oluyorum da, iki taraftaki bu kadar örgütlü/kurumlaşmış Yiyici Eş-Yapı'ları aşarak Öcalan ile birlik içinde işi kolaylaştırıp –bir haftalık iş gününde– hâl yoluna koyacağım? Ve buna bu kadar inanmış olacağım?
“Sosyal medya” bilmem, ayıracak vaktim hiç olmadı bu 32 yıllık maratonumda… Zira adına “sosyal” denen bu “medya” –maalesef ezici ağırlıkta– sorunlarına boğulmuş/bunalmış bireylerin birikmişliklerini ve bastırılmışlıklarını “patlattığı” bir sosyal-tatmin arenasına dönüşeceğini ön görmüştüm; birçok konu-çalışanı gibi… Şu Mavi-Tık Twitter'ini ise “kendime” bir gazete köşesi ettim.
Kitle iletişim araçları olarak bildiğimiz alanda, bir tane değil 3 adet “havuz” var: a) Hükümet, b) Muhalefet ve c) Kürt havuzu… Bunlara “tatlı, tuzlu ve sodalı su havuzları” dedim. Hepsi aynısının-tıpkısı! Sadece “tatları” biraz ayrışıyor.
Gönül-gözlü “Okuyucu”dan İstediğim/aradığım binlerce “re-twitt” milyonlarca “takipçi” değildir. Bunu yapanlar bir haylidir… Mesela Yılmaz-Cem ikilisi sanatçılarımızın “Bu'su” vardır. Bizleri haddinden fazla güldürüyorlar, sağ olsunlar. Ama bir toplumsal travmamıza dönüşmüş ve aslı ile çözümü bu kadar kolay olan bu meselemizin hâlli yolunda bir “üst-üste taşları” maalesef yoktur! Arayışım, biz “sessiz” ezici çoğunluğun birbirini duyması, birbirini duyurmasıdır. Gerisi “çorap söküğü”dür, göreceğiz…
Dolayısıyla: Ey mahşeri çoğunluk! Ey ezilen-ezici kalabalık! Ey yetimî (yetim kalmış) kitleler! Yegâne yolumuz budur...
Hannibal'ın “Ya bir yol bulacağız, ya bir yol yapacağız!” dediğini biliyoruz. Bize “yapılmış” olan bir yolumuz yoktur. Yolu yapmaya mahkumuz!
Bu “yol” da duymak ve duyurmaktır, Yaşamak ve Yaşatmaktır !!!
Bu yolumuzu bu köşemizden başlayarak yapabiliriz… Yoksa hep-birlikte “kaybetmeye devam” oluruz.
Dünyayı en-az son 500 yıldır yöneten İngilizlerin iki zaman-mekân alakalı deyimi vardır:
- Randevuna zamanında yetişmişsen gecikmişsin demektir
- Başlamış isen gecikmemişsin demektir
Olana ve ölene çare yoktur: Kanserden değil gecikmekten korkalım!
Başlayamamaktan yani…
“Korku Öldürür * Merak Yaşatır * Cesaret Başarıya Götürür”
Ali Kemal Özcan
18 Eylül 2023