Bir işte başarıya ulaşmak istiyorsanız, o işi ehline, yani o işi bilen, tecrübe etmiş, güvenilir, işine sadakatle sımsıkı sarılmış, inanmış kimselere verin. Sizin gibi düşünmese ve inanmasa bile, liyakatli ve ehil olmasından dolayı, o işin başına hak eden kişiler getirilmelidir. Örneğin bir şirketiniz var ve o şirketi yönetebilecek birini arıyorsunuz. Sırf sizin grubunuzdan, fırkanızdan diye birini o koltuğa oturtursanız, acaba o iş yeri yada şirketiniz ne kadar başarıyı yakalayabilir. Oysaki sizin gurubunuzdan, fırkanızdan, camianızdan biri olmasa bile, işini düzgün yapan, liyakatli, becerikli, hizmet aşkı ile çalışan bir kişi geldiğinde, işlerin ne kadar farklı bir boyuta taşındığını görebileceksiniz. Liyakat ve işine sadık ehil bir insanın çözemeyeceği mesele yoktur.
Dini olarak bakıldığında Peygamber Efendimizin her zaman istişareye ve liyakate dikkat eden önem veren uygulamalarını görebileceksiniz. “İşi ehline veriniz” hadisi şerifi meşhur bir hadis olup, gerçekten tüm hayatı boyunca uyguladığı bir sünnetidir. Örneğin Mekke fethedildikten sonra, Kâbe'nin anahtarlarını yine eskiden geldiği gibi aynı ailede bırakmış ve yine Osman bin Talha'ya emanet etmiştir. Bu tavrından dolayı daha önce müşrik olan bu aile, hemen samimi şekilde İslamiyeti seçmiştir. İşi ehline yani uzmanına vermek sünnettir. Teşkilatçılıkta da bu böyledir. Bir teşkilat içinde en yetkin kişi lider olmalı ve o lider ekip arkadaşlarını en tecrübeli ve uzman kişilerden seçmelidir. Halife Hz. Ömer kendisinden sonra halife olabilecek olan kişileri değerlendirirken asla kendi aile ve akrabalarından değil, Müslümanların içinde en becerikli ve liyakatli kişilere teklif etmiştir. Görülecektir ki ilk dört halife, insanların ortak reyleriyle seçilmiş ve halifelik görevine getirilmiştir. Ancak daha sonraları özellikle Emeviler dönemi boyunca maalesef akrabalar ve saltanat usulü gözetilmiş ve İslam dünyası bu yanlış geleneği hep sürdürmüştür.
Rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU'nun çok güzel bir sözü vardır. “Zor yollara kolay insanlarla çıkarsanız, seni de satar, yolu da satar, yolcuları da satar.” Yani zora gelemeyen çabuk pes eden, bıkan, zor durumlarla baş edemeyen, insanları yarı yolda bırakan insanlarla yola çıkılmaz. Hakiki dava adamı kişilere bakarak yolunu tayin etmez. Kişilerin kaprislerine takılmaz. Çünkü mühim olan gidilecek yoldur. Mümin şikayet etmez ve her daim aleme nizam vermek için gayret eder. Ceddimiz bunun en güzel örneklerini tarih boyunca vermiştir. Rumeli ve diğer pek çok topraklarda, dökülen ter, akıtılan kan ve edilen dualar sayesinde büyük fetihler gerçekleşmiştir. Anadolu fethedilirken nice gaziler, nice Alperenler, nice bahadırlar, nice kumandanlar can vermiştir. Peki ne için? Üzerinde daha sonra yaşayacak olanlar isyankar, asi ruhlu, günahkar olsunlar diye mi? Vatana, millete, devlete ihanet etsinler diye mi aldılar bu toprakları? Biz Müslüman Türk milleti her zaman ecdadımızın izinden, onlar gibi yaşayıp, onlar gibi ölmeliyiz. Gerektiğinde canımızı feda edeceğiz bu vatana. Ama asla kafirlerin ve zalimlerin kuklası ve oyuncağı olmayacağız. Bu alemde her şey fanidir. “Onun üzerinde bulunan her şey fanidir” buyuran Rabbimiz bizi ikaz ediyor. Allahu teala bizleri doğru istikametten, doğru yoldan ayırmasın, Onun razı olduğu kullarından eylesin. Sağlıcakla kalın efendim.
Alperen KILIÇ
Eğitimci Yazar