Kasım 2015'te, Çözüm Süreci boyunca yapılan heyet görüşmelerinin kitabını, imralı notları parantezinde Örgüt'e yakın Almanya'daki Mezopotamya yayınları yayınladı. Mart 2015'te de Aydınlık-Perinçek çevresinin Destek yayınları bu görüşmelerin Nisan–Ağustoz 2013 aralığındaki dört tutanağı, daha önce “sızan” ikinci görüşme (23 ubat) ile birlikte “İmralı Tutanakları” adıyla kitaplaştırmıştı.
Bu 23 Şubat 2013 tarihli görüşmenin BDP “çaycı”sınca sızdırılan tutanaklar ise, Milliyet gazetesinin 28 Şubat nüshasında “İmralı Zabıtları” sürmanşetinden yayınlamasıyla ifşa olunmuştu. Zamanın Öcalan'ı bu “ifşa”nın kendisine karşı bir “komplo” olduğunu söylemişti...
***
Şimdi birazcık geriye gidelim... İmralı Savunmaları'nın en kapsamlı ve en felsefi içerikli ikisinden bir olan Bir Halkı Savunmak adlı eserinde, örgütte C.Bayık ve kardeşi Osman'ın başını çektiği ayrışma üzerine Öcalan'ın A'dan başlayıp sıraladığı sorularının ilk ve son ikisi şöyle:
Benim cezaevi tavrımı reddedebilirler; yeterince devrimci, yurtsever bulmayabilirler. Bunu ilgili çevre veya çevreler açık yapabilir. Zaten örgüt ellerinde; açık yapmamaları ancak kitleden, halkın bana bağlılığından çekindikleri içindir. Amaçları için benim kullanıldığım, ama tümüyle tecrit edilerek etkisizleştirilmek istendiğim açıktır.
Başka göstergeler de vardır. Açıklamayı fazla anlamlı bulmuyorum.
Öğrenmek istediğim hususlar şunlardır:
A- Örgütsel bir model mi kullanılmıştır? Niçin mesajlarım içeriye verilmemiş, medyada işlenmemiştir?
B- Osman'ın şahsında bana vurulmak istendiği doğru değilse, karşı yanıtlar nelerdir? Neredeyse tüm Urfalılık tecride alınmak istenmiştir. Benim aileci, hemşehrici olmadığım çok iyi bilindiği halde bu yollara başvurulmuştur.
...
H- Osman'a karşı değil, tüm PKK mirasına yönelik bu ele geçirme iyi niyetlice de yapılabilir. Fakat neden ben etkisizleştirilmek istendim? Tamamen bitirilmek de istenmiş olabilirim. Veya bilmediğim başka nedenler vardır. Öncelikle bunları açıklayarak, manifestonuzu yayınlayarak örgütü elde etmeniz daha doğru olmaz mıydı? Gizli, mafyavari bir model uygulanmak istenmiştir. Bunu anlayışlarınıza nasıl yedirdiniz?
İ- Haydi örgütü tümüyle elde ettiniz. O zaman strateji, taktik belirlemeniz ve on bine yakın gücü harekete geçirmeniz gerekmez miydi? Bu hamleyi yapmadığınıza göre gücü nereye, neye bağlamak istediniz?..
Buradan “İmralı Notları Öcalan'ı”na
Yukarıdaki satırların tarihi 2004'tür. “Kürt sorununu çözme örgütü değil, sorunu ortaya çıkarma örgütüdür” diye de tanımladığı ve bu anlamda işlevini bitirdiğini ilan ettiği PKK'yi “aşmayan aşılır” uyarısıyla feshettikten (2002) sonra Örgüt'teki “sarsıntı”yı çözüme kavuşturmak üzere dizilen satırlardır.
Şimdi son ifşa edilen “İmralı Notları”ndan (Kasım 2015) öğreniyoruz ki; Öcalan bu yukarıdaki hâle gelen Örgüt ile Kürtlerin “Özgür yaşamı”larını “İnşa” edip “Demokratik Kurtuluş”a götürmeye çalışmaktadır.
Ne zaman “bu Örgüt'ü” toparlayıp “buna” hazır hâle getirdiğine dair sadece Öcalan'ın değil hiç kimsenin elinde bir ip-ucu yoktur. Böyle bir “ip”in de “uç”un da kimsenin elinde olmadığını en iyi bilecek durumda olan Öcalan'dır – 1998'den 2016'ya kadar yaşadıklarıyla...
Ancak ne oldu da Öcalan “ora”dan “bura”ya kadar geldi?
O'nu buraya getiren; devletin İmralı Birimi'nin maddi tarafını elde tuttuğu, Kandil-kumandalı İmralı Heyetleri'nin de manevi tarafını elden bırakmadığı bir dört-başı-mamur elbirliğidir. Bu “elbirliği”nin Öcalan'daki rezervi sabır-metanetle “mamul madde”ye çevirmesi gerçekliği ile karşıkarşıya olduğumuz anlaşılmaktadır.
Yazılarımda, görüşmelerimde ve mektuplarımda (özellikle Sayın Cumhurbaşkanına [başbakan iken]) Devlet'in “iki yanlış”ını söylemeye çalıştım hep:
1) İmralı'da Öcalan ile onun “askeri gücü” üzerinden görüşmek: Devlet'in İmralı ziyaretçileri “Bu vurucu gücün olmasa, seni kimse ciddiye almaz” dedi hep dört-dilden.
2) Öcalan ile görüşmeleri milletvekili diye bilinen “örgüt-vekilleri” (başka ifadeyle, örgütün alt-kademe emir-komuta unsurları) üzerinden görüşmeleri yürütmek: çünkü “bunlar” kendisini o “eski günler”ine (“Aslında benden uzak, erişemeyeceğim devlet yerine, bana yakın kendi devletime koşuyordum” dediği günlerine...) geri çekecekti.
Sözünü ettiğimiz “Özgür Yaşamı İnşa” tutanakları bunu adeta belgeleme notlarıdır. Birinci görüşmeden (3 Ocak 2013) son görüşmeye (14 Mart 2015) kadar – istisnasız – tehditlerle devam eden görüşmelerin “zabıt”larında, 3 temel İmralı Savunmaları ve 3 Newroz Mektubu Öcalan'ından eser yok.
Üç ayrı Newroz mektubunda birer yıl ara ile; en hafif deyimiyle tarih yapmaya aday cümleler dizen Öcalan adeta buharlaştırılmış; ikide bir “şu-şu olmazsa geri çekilmeyi durdurup 50 bin gerilla ile ileri geliriz” tehdidiyle Çözüm Süreci'ni “garantiye alma”ya kilitlenmiş bir “Önder Apo”ya yoğunlaştırılarak dondurulmuştur.
Buradaki tarihî makusluk, tarihi bu kadar yaşayan bir Önderlik'in kendisini buna inandırıp kendisini tasfiyeye götüren bu sürece bizzat “aslan payı” vermesidir.
Öcalan'ın bu diyaloglardaki ruhunu çözümlemeye yönelik bir “yol-haritası” verebilmek için, başımdan geçen bir “anı”yı aktarmak zorundayım sanırım:
Kuzey Londra'da (1991) iki aya yakın taxicilik yaptım. Bir akşam boyu-posu yerinde bir siyahî delikanlı aracıma bindi. Gideceği yere vardığımızda genç, “Aaa bozuk para yok bende” dedi elini cebine atarken. “Valla bende de yok bozuk” deyiverdim. Genç, bana “çözüm” fırsatı pek vermeden “Yirmi lira [sterlin] ver, evdeki arkadaşımın bakkal dükkanı var, ona bozdurup getireyim hemen” dedi. Yoğun bir tereddüt ve umut kombinasyonu içinde çıkarıp veriverdim. Genci biraz bekledikten sonra girdiği binaya girdim; binanın girişinin bile orası olmadığını, sadece diğer tarafına geçiş koridoru olduğunu öğrendim!..
Ücretimi alamadığımın “üzerine” 20 sterlinimi de verdiğimi, aracıma geri oturduğumda biraz daha “iyi” anladığımı farkettim!
Alacağımı “zorun rolü” ile alabileceğimden “çekinmiş”tim. Genç bayağı “boyu-posu yerinde” idi ve bir kapışmamız durumunda etrafta araya girebilecek kimsecikler de yoktu.
Yani “günümüzdeki tarih”in sorusu şudur: İmralı'daki görüşmeleri “AKP'yi aşmak” için Devlet ile yürüttüğüne (dolayısıyla “AKP düşman, Devlet dost” kategorik tekrarına) ve bir vatandaşlığı bile olmayan Kamışlo-Kobanê hattı Kürtleri'nin can-havli direnişlerine “Büyük Rojava Devrimi” demeye Öcalan'ı kim inandırdı, nasıl inandırdı???
İnsanların kendilerini inanılamayana bu kadar kolay inandırması, en zayıf “an”larında mümkün olması ayrı bir gerçek; bu “inanılamayan”a kendini inandırmak için inanılmaz derecede kendini “organize” ettiği apayrı bir gerçektir...
2013 Ocak ile 2015 Mart arasında gerçekleşen 31 görüşmeden sadece birindeki – ama istisnasız hepsinde değişik ton ve renklerde tekrarlanan – tehditlerinden “ortanca”sı birini akataralım buraya:
A. Öcalan: ... Erdoğan'a söyledim: Esad etrafını sarar, sen de kapıları açıp devlet olarak yardım etmezsen, geçici bir ittifak ile Esad'la da anlaşırım. Kendimi nasıl koruyacaksam öyle korurum tabii ki.
Öyle karakol, yeni korucu alımı falan olursa biter. (Yetkiliye) Hü¬kümete söyleyin bunu. Türk ordusu bünyesinde bir Kürt birimi niye olmasın? Geçmişte vardı, bazı kolordular Kürtlerden oluşuyordu. 19. yüzyıla kadar Kürtler kendilerini böyle koruyorlar. Devletle bütün bu konuları tartışacağım. Evet, çatışmasızlık devam edecek. Ama AKP öyle mal bulmuş Mağribi gibi davranmamalı.
Yetkili: İsterseniz biraz toparlayın, yanlış anlamalar olabilir.
S. Demirtaş: Merak etmeyin, biz Sayın Öcalan'ı son derece iyi tanıyoruz ve doğru anlarız. Kandil'deki arkadaşlar da doğru anlarlar. (7 Haziran 2013 tarihli görüşmeden, Age., s.84)
Ve belli-başlı tarihî şahsiyetlerin, Örgüt'lerince – yaşarken – tasfiye edilmelerindeki “aslan payı”nın bizzat bu kendi “öz-organizasyon”larına düştüğü gerçeğinin, tarihin en hazin yüzü olduğu söylenebilir.