İmamoğlu'nun siyasetteki hızlı yükselişi, siyaset otoritelerince her zaman ilginç ve dikkat çekici bulundu.
Bu nedenle de kimisi İmamoğlu'nun bir proje, kimisi FETO ile iltisakı bulunduğu, kimisi de Küreselcilerin Türkiye Prensi olduğu gibi iddialar çokça dillendirildi.
İmamoğlu'nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday gösterilmeden önce pek bilinmişliği, tanınmışlığı gösterdiği bir siyasi başarısı yoktu.
Ne zaman ki İmamoğlu Millet İttifakının ortak adayı olarak Kılıçdaroğlu tarafından CHP adayı olarak gösterildiğinde ülke çapında siyaseten tanınırlığı arttı.
Bunun yanında kazandığı seçimin iptal edilip tekrarlanması üzerine oyunu arttırarak seçimi ikinci kez kazanması kendisine belli bir popülarite kazandırdı. O günden itibaren geleceğin Cumhurbaşkanı adayı olarak görülmeye/gösterilmeye başladı.
CHP'deki lider sıkıntısı ile iktidar açlığı gibi nedenlerle her küçük başarı mübalağa ve sevinç ile karşılandığı için tabana umut vermek adına İmamoğlu'nun yelkenleri rüzgâr ile doldurdu. Bu nedenle de İmamoğlu gaza gelip İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği ilk günden itibaren kendisini ülkenin Cumhurbaşkanı olarak gördü ve öyle davranmaya başladı.
Bu nedenle de İmamoğlu İstanbul seçimlerinde yakaladığı popülaritesini Belediye Başkanlığındaki icraatsizliği nedeniyle koruyamadı. Samimiyetsizlikten uzak, reklam kokan hareketleri ile yaptığı şovlar ile birlikte hatalar ve gaflar nedeni ile her geçen gün siyasi sermayesinden tüketti ama İmamoğlu Cumhurbaşkanlığı hülyasından vazgeçmedi.
Devletin Valisine “İt” ...
Temel atmama töreni ...
İstanbul'u kar esir aldığında Büyükelçi ile yemek ...
Tatil tutkusu ...
Teravih namazı, Eren Bülbül gafları...
Karadeniz gezisi...
Canan Kaftancıoğlu ile tartışmaları ve en nihayetinde yapamadığı hizmetleri, icraatları derken Derin CHP cenahından muhalif sesler yükselmeye başladı.
En sonunda da “sen baştan adam gibi belediye başkanlığını yap, şizofren” gibi kelimelerinin kullanıldığı kavga ve göndermelerinin yaşandığı iddiaları...
Son olarak da hakkındaki YSK üyelerine hakaret ettiği için verilen ama kesinleşmemiş 2 yıl 7 ay 15 gün mahkûmiyet kararını fırsata çevirmek ve aldığı cezadan mağduriyet çıkarma çabası da Meral Akşener ile yaptığı “çak “ve “Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz” edası ile yaptıkları sarılma görüntüsü ve devamındaki tepki çeken şovlar, Kılıçdaroğlu tarafından istifasının istendiği iddialar nedeniyle eline yüzüne bulaştırdı...
Her nedense İmamoğlu'nun verilen bunca desteğe rağmen siyasetteki bu iniş ve çıkışları ile istikrasızlığı alt alta yazıldığı zaman “Vermeyince Mabut neylesin Sultan Mahmut” deyişini hatırlatıyor.
Bildiğiniz gibi;
Sultan 2. Mahmud; tebdili kıyafet ile çarşı pazar dolaşmaya çıktığı gezmelerin birinde bir kahveye girer.
Kahvedeki müşteriler, “Tıkandı Baba bir çay, Tıkandı Baba iki kahve...” diye seslendikleri için bu durum Sultan Mahmut'un dikkatini çeker ve merak edip Tıkandı Babanın yanına gider,
“Hayırdır baba, neden herkes sana tıkandı diye sesleniyor?” Diye sorar.
Adam: “Uzun hikâye evlat” diyerek anlatmak istemese de Sultan Mahmut: “baba sultan Allah aşkına anlat, dinlerim” diye ısrar edince adam başlar anlatmaya:
“Evlat bir gece rüyamda sayısız çeşmeler gördüm, çeşmelerin her biri farklı bir şekilde akıyordu.
Kimi gürül gürül, kimi sicim gibi. Bu nedir diye sordum, nasip çeşmesidir dediler. Hele biri vardı ki çağlayan gibi meğer o padişahın çeşmesiymiş. Biri de vardı ki damla damla akıyordu.
Bu kimin diye sordum senindir dediler. Orada bulduğum çomağı alıp, çeşmenin ağzı açılsın diye kanıkmaya başladım.
İstedim ki benim nasip çeşmem de gürül gürül aksın. Ama aksilik buya elime aldığım çomak çeşmenin ağzında tıkanıp kırılmasın mı? Çeşme tıkandı ve artık damlamaz da oldu.
İşte o gün bugündür hiçbir işte dikiş tutturamadım tıkandı da tıkandı.” Bu hikâye Sultan Mahmut'un çok hoşuna gitmiş.
Saraya gidince bir tepsi baklava hazırlatmış, her baklava diliminin altına bir altın yerleştirerek Tıkandı Babaya yollamış.
Tıkandı Baba baklavayı alınca çok mutlu olmuş. Bu hediyeyle birlikte nasip çeşmesinin açıldığını düşünmeye başlamış ama baklavaları da yemeye kıyamamış.
Düşünmüş ki bu bir tepsi baklavayı satsa bir haftalık ihtiyacı çıkacak. Gitmiş pazarda o bir tepsi baklavayı satmış. Padişah bu haberi duyunca gülmüş ve ona içi altın dolu bir hindi gönderilmesini emretmiş.
Tıkandı Baba hindiyi alınca baklavayı satın alan uyanık komşusu hindiye de talip olmuş ve onu da tıkandı babadan satın almış.
Bu haberi alan Sultan Mahmut, tıkandı babanın geçtiği yolları altın ile döşeyin diye emretmiş. Tıkandı Baba bu defa da yolda bir altın bulunca sevinçle eve dönmüş.
Padişah bu haberi de alınca, Tıkandı Baba hakikaten tıkanmış diyerekten onu saraya çağırtmış.
Hazine dairesinin kapısını açmış, Tıkandı Babanın eline bir kürek tutuşturup, daldır bakalım nasibine ne gelirse, o senindir demiş.
Tıkandı Baba karşısında yükselen altın dağlarını görünce o kadar heyecanlanmış ki küreği ters daldırmış ve küreğin arka kısmında kala kala sadece bir altın kalmış.
Bu manzarayı gören Sultan Mahmut, işte hepimizin bildiği dilden dile dolaşan o vecizeyi söylemiş: “Vermeyince Mabut neylesin Sultan Mahmut!”
(Uydu mu, uymadı mı bilmiyorum ama yine de yorum sizin…)
Grup toplantısında Kılıçdaroğlu'nun, İmamoğlu'na: “Ye sopayı çek ceremeyi arkanda biz varız” diye göz dağı vermesine şahit olduk.
Mevcut manzaraya göre İmamoğlu, Kılıçdaroğlu'nun dan hedefe bir tık daha yakın gibi duruyor… Ama bir seste “Kılıçdaroğlu, İmamoğlu'nu ham yapar” diyor.
“Görelim Mevla'm (Mabut) neyler, neylerse güzel eyler…”