Sorunun bir ağaç meselesi olmadığı herkes tarafından dile getirildiğine göre;
Yani sorunun Erdoğan’ın diktatörlüğe geçme arzusu, demokrasinin diktatörlüğe dönüşme gayreti ve yaşam alanlarına bir müdahale, bir haysiyet ayaklanması olduğu ısrarla dile getirilmekte.
Israrla Vurgulanmakta.
Toplum buna göre şekillendirilmeye çalışılmakta.
Acaba öyle midir?
Ben öyle olmadığını düşünenlerdenim.
Ve buna tek tek cevap vermek istiyorum;
1- Sorun kısmi demokratikleşmeden mi yoksa diktatörlükten mi kaynaklanıyor?
Cevabını açıkladığımızda 1 yıllık evvel bir 28 Aralık akşamı Roboski’de 34 çocuğun öldürüldüğü “katliamcı bir eylemi” protesto etmek için neden “bu bir haysiyet davasıdır” diye Türkiye’nin 40-50 ilinde basit de olsa gösteriler yapılmadı?
34 can ile 4 ağaç arasındaki kıyaslama bu kadar mı değersiz?
Sorun acaba bundan kaynaklıyor olmasın?
Yani geçen yıl barış süreci başlamadan evvel Türkiye’de her eylem ve eylemciye KCK’lı ve terörist muamelesi yapıldığından yargı ve polisin nefes aldırmamasından mı kaynaklıyordu? Bu değilse vicdanları sorgulamak gerekmiyor mu?
Bugün bu kadar yoğun eylem yapmanın kısmi bir demokratikleşme ortamının yaratılmasından ötürü olmadığını söylememek mümkün mü?
Ahmet Altan gibi birisi Roboski’ye olan tavrından ötürü gazeteciliği bırakma noktasına geldi. Ama Taksim’de ve Beşiktaş’ta polis terörünün yüzlerce hatta binlerce katı Diyarbakır’da Hakkari’de Şırnak’ta Yüksekova’da Batman’da(...)
Bir BDP bayan milletvekili sakat da kaldı.
10’dan fazla çocuk bu gösterilerde Polis kurşunu ile öldürüldü. Ama bu bizim haysiyet problemimizdir diye (...)günlerce gösteri yapmadılar.
2- Yavuz Sultan Selim adının “Köprüye verilmesi alevi vatandaşlarımızı derinden incitmiştir” diyen bu siyasi akıl (ki ben de bu adın verilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum) acaba şunu da sorgulamış mıdır?
600 yıl evvel yaşanmış bir olayın hesabı adına 70 yıl evvel yaşanmış olan alevi katliamını unutturmanın başka bir versiyonu olabilir mi?
Yani Atatürk adından İnönü adından Sabiha Gökçen adından CHP adından rahatsızlık duymamak, bu adların Alevileri rahatsız etmeyeceğini söylerken (ki bu yakın tarihtir) 600 yıl evvelki Yavuz Selim adının Alevileri derinden rahatsız edeceğini söylemek ne kadar ahlakidir?
Ve diğer bir soru da eğer bugün iktidarda sol, sosyal demokrat, ulusalcı, yani dindar olmayan bir parti olmuş olsaydı ve bu köprünün adını Yavuz Selim koysaydı aynı rahatsızlık gösterilir miydi?
Baktığımızda bunun böyle olmadığını çok iyi görmekteyiz. Türkiye’nin 3’te birine yakın Yavuz Sultan Selim ilçesi, kasabası, köyü, apartmanı bulunmakta. Ama bunlara yönelik şimdiye kadar bir girişim maalesef olmadı.
3- Alkol düzenlemesini yaşama müdahale olarak algılayanlar, bütün dünyada alkolün bir düzenlemeye tabi olduğunu bilmelerine rağmen acaba bunu yapan dindar bir iktidar olduğu için mi direk yaşama müdahale olarak algıladılar. Çünkü bu düzenleme daha olmadan CHP Kadıköy belediyesi böyle bir düzenleme yapmasına rağmen kimse “yaşamımıza müdahale ediliyor” demedi.
Yani sorun galiba ne yapıldığı değil, kimin yaptığıyla alakalı. Şu anda tartıştığımız ve eyleme dönüştürülen bütün konular kısmi bir demokratikleşme olmasaydı ve iktidarda Ak Parti olmasaydı kesinlikle ama kesinlikle böylesine mobilize bir karşı çıkışla karşılaşmayacaktık.
Ama ne yazık ki AK Parti gibi 100 yıllık sorunları çözmeye aday ve çözmeye çalışan bir parti ve Türkiye’nin en büyük meselesi olan Kürt meselesinde müzakere sürecini başlatan parti, kendi kimliğinde ve bu sorunların çözümünden ciddi anlamda rahatsızlık duyan dünkü sosyal konumlarını kaybetmiş özellikle yazılı ve görsel medyada bir bilenler olarak etkisini yitirmeye başlamış, belli kesimlerin Ortadoğu'da Kürtlerle barışmasının çok önemli sinir merkezlerini rahatsız edeceğini aynı şekilde Suriye meselesinde Uluslararası toplumu kilitleyen bir konumda olan bir durumu yaşatan bir partiye karşı toplumsal muhalefetin ve çeşitli sosyal dokuların harekete geçeceğini öngörmemek büyük bir zaaf olmuştur.
Ve ne yazıktır ki bu zaafların toplamı uluslararası bir operasyonun hayata geçmesinin önünü açmıştır. Dünyada Tüm sosyal olaylar bazen bir tesadüf bazen küçük bir kıvılcım örnek Tunus’ta bir gencin kendini yakması birinci dünya savaşının bir prensin öldürülmesi gibi gerekçelerle başlayabileceğini hesaplayamamıştır.
4- İlginçtir ki Taksim’de olayları mobilize eden 20 ye yakın sol örgütün tümü diktatörlüğe karşıyız derken hepsinin istinatsız programlarında tek parti yönetimi Proletarya diktatörlüğü deniliyor. Bunu savunanlar diktatörlüğe karşıyız diyorlar. Ayrı yeten alandaki sol partilerin programında alkol fuhuş ve uyuşturucu ile mücadele en önemli hedeflerimizdir denilmekte ama onlardan olmayan birisi alkole karşıyız dediği zaman yaşama müdahale oluyor.