Fırtınaların koptuğu, doğru ve yanlışın iç içe geçtiği bir yılın son ayını geride bırakıyoruz. İnanılmaz hamlelerle ve bu hamlelere karşı farklı ama çok da vurucu olmayan hamlelerle karşı karşıya kaldık. Esasen inanılmaz bir duygu yoğunluğunu da beraber yaşıyoruz bu yılın son ayında.
Nasıl da göremedik?
Nasıl da inandık?
Son 5 yılın bizi hipnotize ettiği kurgulanmış, hedeflenmiş, sıralanmış hangi zaman, hangi saat, hatta hangi dakikada yapılacağı planlanmış, bir doğru üzerinden yüzlerce yanlışla örtülmüş ve bizi sürekli o bir doğru üzerinde hipnotize eden, bağlayan yüzlerce yanlışı görmemizi engelleyen be bizi o müthiş operasyonların birer parçası haline dönüştüren bu acımasız yılları göremememiz, farkına varamamamız ne yazık ki hem bize hem bu ülkeye hem bu coğrafyaya büyük acılar yaşattı.
Geçmiş devletin iğrenç yapılanması ve bu yapılanma üzerinden şekillenen aktörlerin bu ülkeye karşı yapmış oldukları kötülükleri ve bizim onlara duyduğumuz öfkeyi çok iyi bilen, bizi bizden iyi tanıyan reflekslerimizi çok iyi ölçen vicdani hassasiyetimizi çok iyi kontrol eden, gören büyük bir aklın sürekli kendisini “iyiler” ve “hep kötülerle mücadele eden melekler ordusu” olarak bize tanıtması..
Bizlerin de kesinlikle ama kesinlikle bundan kuşku duymamamız, acaba ‘Bir yanlışlık yok mu?’ sorusunu hiç sormamamız ve otomatik olarak kabullenmemiz bugünkü kırılmalara getirdi Türkiye’yi…
Düşünebiliyor musunuz?
Çok basit örnek vereceğim. Bir ülkenin “başbakan yardımcısına suikast yapılacak” diye büyük bir medya ve görsel algı eşliğinde bizlerin ‘Nasıl olur da bu Başbakan yardımcısına suikast planlayanlar yargılanmaz?” sorusunu sormamıza bile fırsat vermediler? Bunu sorgulamamıza engel olan hangi duyuydu acaba?
Evet; Sormadık..
Aslında böyle bir suikast girişiminin hiç olmama ihtimalini bile sormadık..
Bu bir örtü müydü? Yani birilerinin kozmik odaya girmesinin önü mü açılıyordu? Maalesef bu soruşturmanın hala bugün bile suikastla ilgili gizemini koruması bunun tek cevabı..
Gelelim meşhur Oslo görüşmelerine.
Bu görüşmeler bu ülkeye bir ihanet olarak yansıtıldı ve Türkiye’de ana kırılma da bununla oluşturuldu. Acaba öyle miydi? Oslo görüşmesine katılan Başbakan temsilcisi yıllardır hak arayışını şiddetle sürdürmeye çalışan örgüt yöneticilerine hak arayışının ancak siyasetle ve demokratik yöntemlerle olabileceğini söylemesi nasıl bir ihanet göstergesi olabilirdi ki?
Artı 2009 gibi çok karanlık bir dönemde yani bugün bile iktidar olamamış bir parti o gün masaya oturduğu örgüte güven dışında ne verebilirdi ki? O güven de siyasetin önünün açılması dışında başka bir şey ifade edebilir miydi? İlginçtir ki bu güven ilişkisine dayalı olarak PKK ateşkes ilan ediyor ama birileri devletin onlara siyasetin önü demokratik yöntemlerin önü açılmalıdır dediği gün Türkiye’nin en büyük operasyonu gerçekleştiriliyor, BDP’nin belediye başkanları, BDP’li siyasetçiler hem de aşağılanarak plastik kelepçelerle medyaya fotoğrafları servis edilerek bu süreç dinamitleniyor.
Soruyorum.
Sizce demokratik siyasete davet mi? Yoksa bu aşağılayıcı, onur kırıcı operasyonu yapmak mı ihanet görüşmesi.
Bu iki çarpıcı örnek dışında yüzlerce örnek var. Bunları bir sayfaya sığdırmak mümkün değil ama yukarıda da söylediğim gibi bizim “iyiler kötülerle mücadele ediyor” düşüncesini hiç sorgulamadan “acaba” demeden “gerçekten bunlar iyiler mi yoksa eskimiş kötülerin yerine aday genç kötüler mi?” gözüyle bakmamamız hepimizin canını acıtmıştır diye düşünüyorum.
Sadece biz öyle bakmadık.
Sürekli bu konuda dayak yiyen iktidar “ben dayak yiyorum” bile demedi. Tam tersine kendisine dayak atanların göstermiş olduğu hedeflerin peşine takıldı. Bununla da yetinmedi. Ahmet Şık olayında olduğu gibi Avrupa’nın göbeğinde bir kitaba “bomba” bile diyebilecek kadar bu yeni kötülerin vicdanına kendisini emanet etmişti.
Birileri size sürekli tuzak kuruyor ve siz o tuzakların sadece gönüllü neferleri değil, gönüllü davulcuları da oluyorsunuz? Ve 2014’e böyle giriyoruz.
Ne acıklı bir tablo..