“Savaşı başlatmak için bir delinin attığı taşa, barışı yapmak içinse bin akıllı başa ihtiyaç vardır.”
Yüzyıllık bir meselenin ve otuz yıllık ağır bir çatışmanın barışa evrildiği ve bir müzakereler silsilesi ile çözülmeye çalışıldığı bir dönemi hep beraber yaşıyoruz. 1990’lardan başlayarak görüşme ve diyalog süreçlerinin galiba en kapsamlı ve sonuca odaklı olanını Eylül ayından itibaren yaşayacağız. Bu süreç diğerlerinin devamı olmakla beraber, şimdiye kadar yaşananların deneyimini içinde barındırmasına rağmen hepsinden hem stratejik olarak, hem de hedeflemelerinin çokluğu ile ayrışmaktadır. Sıralayacak olursak:
1) Geçmişte ana hedef, Kandil’in boşaltılması ve PKK’nın tümden silahsızlandırılmasıydı.
2) Bu hedefe uygun çeşitli aşamaların hayata geçirilmesi temel stratejiydi.
Bugün itibari ile bu artık böyle midir? Son bir yıldır bölgemizde neler olduğunu görmeden bu soruya cevap vermek, Kürt sorununun artık tümüyle bölgesel bir sorun olduğunu görmemek anlamına gelir.
Evet çözüm sürecinin fiilen başladığı 2013 Mart’ından bu yana bölgede çok şey değişti:
1) Irak’ta iç savaş ve bu savaşın aldığı boyut, tüm Iraklıların, Irak’ta yaşayan etnik ve mezheplerin silahlandırılmasını doğurdu.
2) Güney Kürdistan yönetimi de daha fazla silahlanma ve kendini korumakla karşı karşıya kaldı.
3) IŞİD gibi hiçbir ahlak ve değer yargısı olmayan bir örgütün bölgesel tehdit haline gelmesi ve Şengal bölgesi, Mahmur ve Erbil’e saldırması, PKK’nın müdahalesi ile sonuçlandı ve PKK, Kandil’den çıkıp daha fazla alana yayılarak silahlı gücünü arttırdı. Ve bu gerçeğe hazır olalım: IŞİD var olduğu müddetçe PKK da silahlı varlığını o bölgede devam ettirecektir.
4) PKK’nın silahlı varlığının sürmesinin bir diğer nedeni de, Suriye’de yaşanan iç savaştır. PYD’nin silahlı varlığı sürdükçe, PKK’nın silahlı varlığı da bitmeyecektir.
Irak ve Suriye Kürtleri böylesine ağır bir silahlı saldırı altındayken Kandil’in silahsızlandırılması, çözüm sürecinde artık gerçekçi bir hedef değildir.
O halde müzakerenin yeni temel hedefi ne olmalıdır? Birkaç maddede sıralayalım:
1) PKK Türkiye sınırları içinde tüm silahlı ve illegal faaliyetlere son vermelidir.
2) Silahlı güçlerini gözlemciler eşliğinde sınır dışına çıkarmalıdır.
3) Türkiye gerek Rojava, gerekse de Güney Kürdistan Kürtlerini her koşulda koruyacak ve sahiplenecek bir politikayı devlet politikası haline getirmelidir.
4) Bir devlet politikası olan ve liderliğini sivil siyasetin yaptığı bu süreç, tüm kesimlerin siyaset yapmasının önünü açmalı ve yasal düzenlemelerle dünün hukuku tasfiye edillmelidir.
5) Tüm bu gelişmeler yeni bir anayasayla sonuçlanacağı için 2015 yılı tümüyle beyaz bir sayfanın açılacağı bir yıl olacaktır.
Şimdiye kadar basında çözüm süreciyle ilgili yazılıp çizilenlerin büyük çoğunluğu, daha evvel konuşulup hayata geçirilemeyen ya da çözüm sürecinin başarıya ulaşmasının olası sonuçlarının pratikleşmesi ile ilgili bilgilerden oluşmaktadır.
Evet geri dönüşler, Mahmur’un durumu daha evvel PKK’dan ayrılıp Güney Kürdistan’a yerleşenler ve Avrupa’da yaşayanların eve dönüşleri sürecin kaçınılmaz sonuçlarıdır; ama sürecin özü ve stratejisi devletin kendisini tümüyle yeniden revize etmesi, buna karşılık PKK’nın da Türkiye’de hem örgütsel, hem dil, hem yaşam biçimi olarak siyaset dışında başka hiçir enstrümana başvurmamasıdır.
Suriye ve Irak’ın tam aksine PKK, Türkiye’de silahla değil, ancak siyasetle yol alırsa kazanımlar elde edebilir. Bunun son delili cumhurbaşkanlığı seçimidir. PKK, Türkiye’yi artık bunca düşmanı olduğu bölgede düşman güçler listesinden çıkarmalı, gücünü çatışmalı alanlara kaydırmalı, çözüm süreci koltuğuna sağlam oturmalıdır. Türkiye de, Suriye ve Irak’ta Kürtler böylesine tehdit altındayken Kandil’i silahsızlandırmayı ve eve dönüşleri çözüm listesinin öncelikli hedefler listesinden çıkarmalıdır.
Bu formül hem Türkiye, hem PKK, hem Kürtler, hem de barış sürecinin menfaatine olacaktır.
Doğru sorunun doğru cevabı kanaatimce budur…