Beyaz entarisi rüzgarla hafif hafif havalanırken, bastonunun çıkardığı ses, sanki konuşmasının ritmine eşlik edercesine, bembeyaz teni ve sapsarı saçlları, altın dişleri ile ellerindeki dövmelerle, Zal oğlu Rüstem bakışları ile ellerimi tutan uzun boylu ihtiyar benim dedem. Sıkı sıkı tutmuştu ellerimi, ömrü hep mavzer tutmuş bu eller, şimdi yedi yaşındaki torununu korumak, ona sahip çıkmak adına devrim ilkokulunun yolunu tutmuştu.
Dün benim patlayan dudaklarımı ve yüzümdeki çizikleri gören, ömrü at sırtında geçmiş bin dokuz yüz otuzlarda asker ve sonrasında Suriye Kamışlı'da Fransız kaptanları ile çatışmış, ayaklanma liderleri Fransız kaptanları tarafından pusuya düşürülerek öldürülmesinden sonra kafileyi Suriye'den Türkiye'ye tek başına geçirmiş bu uzun adam, bana kim yaptı deyince ağlayarak "mihelimin" (öğretmen) yaptı dedim.
Yavaşca tütün tabakasından bir cığara sardı, daha dün kolculardan biri tütün tabakasını almaya çalışmıştı, o da bastonuyla dövmüştü onu, taki baş kolcu dedemi tanıdığından özür dilemişti. (o zamanlar tütün içmek yasaktı ve bu yasağı denetleyenlere kolcu deniyordu) Dedem tütünü sardığında herkes susardı çünkü bu onun önemli bir şey söyleyeceğinin işareti idi. "Okula gidiyorum" dedi. Ondörtlüsünü hafiften beline bağladığı peştemalın içine soktu ve bastonunu alarak yavaşça avludan dışarıya adımını atarken bana dönerek "hede kuremın (haydi oğlum) gidelim" dedi. Okulun bahçesine girerken hafifçe belindeki silahı yokladı ve bastonunu öne doğru yukarı kaldırarak öğretmen öğretmen diye bağırmaya başladı, onun bağırmasıyla benim ağlamam bir oldu.
Ben herhangi bir olay için değil, öğretmenim beni tekrar döver diye korkudan ağlıyordum. Bir gün evvel neden hâlâ Türkçe konuşamadığımız için cetvelle, hıncını alamamıştı ki süpürge sopasıyla hepimizi çok ama çok kötü dövmüştü ve aramızda evli olan çocuklar da vardı. (Bizim zamanımızda hem ilk, orta ve lise de çok sayıda evli erkek çocuklar vardı.) Öyle korkutmuştu ki bizi öğretmenimiz, sınıfa girer girmez kızlı erkekli altına işiyenler oluyordu, dişlerini öyle gıcırdatırdı ki sanırsınız çenesi çıkardı. Dedem öğretmenin görünmesiyle üzerine yürümeye başladı ve bir yandanda neden torunumu dövdüğünü soruyordu. O heybetli öğretmen küçücük bir hale dönmüştü dedemin elerini kaldırırken ortaya çıkan silahını görmesiyle. Dedem habire "bızdeji tırk değil, bızdeji kürdız, neye anlamıyo" Evet sene 1967 "bızdeji tırk değiliz" diyen benim dedem ne yazık ki. Sene 1994 Ankara'da basın toplantısı düzenleyen korucu başının "bızdeji tırkız" diyenden bugün cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sene 2014 Irak Kürdistanı dediği bir zamana yolculuk.