Küçücük bir çocuk. Korku ve endişe ile okulun yolunu unutmak, o zil sesini duymamak; sadece heyecan ve çocuksu bir korku değil utanç ve dayak korkusu ile de o beton duvarları yarılıyan geniş kapılardan içeriye girmemek için yetişkin bir insanın gösterebileceği duygularla hareket etmenin büyük ağırlığı içerisinde nasıl yansıyacağını hesapladığı bir dünyayı gözlerinizin önüne getiriniz.
TRT 'Kürdi'de yayına başlarken bir dili zor ve dayakla öğrenme ile ana dilinden korku ile uzaklaşma ve unutma hatta ondan utanma yıllarımın benim üzerimde bıraktığı o derin ve iç yaralayıcı izlerin altında ezilmek; hele ki tümüyle hakim olduğum konuları şimdi ana dilimle yani Kürtçeyle ifade edememek, anlatamamak dün utandığım bugün ise bilmemekten utandığım anadilimden başka bir ruh haline geçişi nasıl anlatabilirim ki?
Hep yaşadım. Aslında Türkçe düşündüm ve kendimi hep Türkçe ifade ettim. Çocukluğum dışında rüyalarım da hep Türkçe oldu. Ailemden Türkçe bilen tek bir kişi bile yoktu. Babam tek kelime Türkçe öğrenmeden hayata gözlerini yumdu. Annem ise okulda Türkçe öğretmek adına bize atılan dayak ve aşağılamalara karşı kendini Kürtçeye tümüyle kapattı.
Ölünceye kadar bizimle Kürtçe konuşmadı. Bizim ona Kürtçe sorduğumuz her soruya bizimle beraber öğrendiği Türkçesiyle cevap veriyordu. Sanki "Çocuklarımı aşağılıyorsunuz ama ben Türkçe'yi öğrenerek sizin bu duygunuzu kıracağım" der gibiydi ve haklıydı.
Annemle yargılandığım bir mahkeme sırasında hakimin sorusuna annemin tercüman istemeden Türkçe cevap vermesi o hakimi inanılmaz derecede rahatsız etmişti. Nasıl olur da dilimizi konuşabilirsin der gibiydi. Ama annem sanki intikam alırcasına Türkçe konuşmaya devam etti. Hakim öfkesini anneme ancak "Konuşurken ellerini oynatma kadın!" diyerek çıkarabildi.
10 Nisan akşamı TRT Kürdi programında dostlarım Vahdetin İnce, Vahap Coşkun ve Abdullah Kıran'ın karşısında kendimi tıpkı çocukluğumdaki gibi heyecan ve buruk bir utanma içerisinde hissettim.
Bu aynı zamanda ana dile dönüş serüveniydi...