Ben pek anlayamadım, bu yaşam tarzını ve özgürlüğünü? Anlayan beri gelsin, anlatsın bir zahmet. Ama kırmadan, dökmeden, dükkanları yağmalamadan, 12 yaşındaki atık kağıt toplayan çocuğu köprüden atmadan, milletin araçlarını taşlamadan, başörtülülere küfredip sataşmadan, ağaçları, kaldırımları sökmeden, bira şişeleri ve ayakkabılarıyla camileri basmadan, molotof atmadan, polisleri yaralayıp öldürmeden, adam öldürüyorlar yalanlarıyla milleti kandırmadan ve bunları yapanlara alet olmadan, adam gibi anlatsın.
Çevreci, masum, özgürlükçü görünümlü başlayan eylemlerin esnafta, halkta, sokaklarda bıraktığı korkunç iz ve izlenimleri anlatmama lüzum yok. En zararsız görünen tencere ve tava seslerinden bile millet yorulmuş, bunalmış ve bu gürültü kirliliğinden yaka silker, tiksinir hale gelmiştir. Güya özgürlükleri ve yaşam tarzlarını müdafaa etmek için yola dökülmüşler,yine milletin özgürlüğü ve hayat tarzını taciz eder hale gelmişlerdir.
Gençler, çadırlar kurup sloganlar atarak binalar içinde durgun ve amaçsız geçen hayatlarında farklı bir macera yaşadıklarını ve kendilerini ifade ettiklerini sanabilirler. Ancak bilerek ya da bilmeyerek hizmet ettikleri kişiler, sandıktan ümidini kesmiş, her dönem darbeyle diktatörlüğünü sağlamış ve pekiştirmiş olanlardır. Türkiye tarihi, ne yazık ki bir bardak suda fırtına koparıp, darbeyle, asıp keserek ülkeyi yönetenlerle doludur. “Bir sağdan, bir soldan astık” diyecek kadar adil(!) ve pişkin, açık oy, gizli sayımla anayasasını millete dayatacak kadar özgürlükçü, asker diktatörlerimiz meşhurdur bizim.
27 Mayıs’ta milletine hizmet etmekten başka suçu olmayan bir Başbakanı, Adnan Menderes’i idam ettikten sonra bunu zorla halkına bayram olarak kutlatan aynı zihniyettir.( Annem, “ Rahmetli Menderes asıldığında, ilkokul 1.sınıftaydım ve kutlanılan bayramda okuduğum şiirden hala utanıyorum.” der ve gözyaşlarını tutamaz.)
Yaşam tarzına müdaheleyi okudukları okullardan ya da kamusal alanlarından sadece örtülü oldukları için sürüklenerek atılanlar iyi bilir. Üniversitelerde, ikna odalarında psikolojik işkenceleri yaşayanlar, Kur’anlarıyla birlikte gözaltına alınanlar, namaz kıldığı, oruç tuttuğu için sürekli takip edilen, ordudan atılan ya da eşlerinin başları açtırılıp, içkili kokteyllere zorla davet edilen ast subaylar, subaylar, yemin töreninde yine başörtüsü nedeniyle kapı dışarı edilen asker aileleri yaşam tarzına müdahaleyi çok iyi bilir. Bu inanan insanlar, yıllardır ezanından ibadetine, konuştuğu dilden, sahip olduğu etnik kökene kadar yaşadığı baskıyı ve ötekileştirilmeyi de iyi bilir.
Alkol satışlarına getirilen düzenlemeyi eleştirip eylemcileri haklı bulan bazı Batı ülkelerinin, kendi ülkelerinde en ufak bir infiali en sert tedbirlerle bastırdıklarını bilmeyen yok. Ayrıca asıl müdahele edilmesi gereken, binlerce insanın katledildiği Suriye, Myanmar’a sessiz kalışı da ABD ve Avrupa’nın insan hakları ve barış anlayışındaki samimiyetini ortaya koyuyor. Yine ülkelerindeki alkolizm ve uyuşturucuyla mücadele için Türkiye’den daha sert tedbirler aldıkları halde ülkemizdeki düzenlemeyi uygunsuz bulmaları, “ bu ne perhiz, lahana turşusu” dedirttirecek türden bir tavır. Fransa bu günlerde uyuşturucu kullananları, sokaklardan alıp uyuşturucu odalarında toplamayı konuşuyor. Bu uygulama onlarda bir eyleme ve bahara neden olur mu, bilemem.
Ülkemize dönecek olursak, çevrecilikle başlayan, gürültü kirliliğinden, şiddete varan eylemler, millette zannettikleri gibi şirin, sempatik bir görüntü oluşturmadığı gibi, çok aksi yönde bir reaksiyon oluşturduğu bariz. Millet, kimin kendisine hizmet etmek için gece gündüz çalıştığını, kimlerin de bu hizmetleri yakıp yıkarak ülkeyi kaosa sürüklemek istediğini, artık çok iyi görüyor, biliyor.
Velhasıl, oluşturulan bu gerginlik ve terörle hükümetin politikalarını yönetebileceğini zannedenler ve darbe ihtimali için ellerini ovuşturanlar bu milletin seçimlerine, hayat tarzlarına ve özgürlüklerine saygı duymayı öğrenmek zorundadırlar.