Cemaat medyasının önde gelen isimlerinden Hüseyin Gülerce son yazılarında ve tweetlerinde önceki cümlelerinin aksine herkesi sağduyuya çağırdı. “Gemi batarsa hepimiz boğuluruz” uyarısında bulunan Gülerce, Savcıların ellerinde kağıtla inip bildiri okumasını militanlık olarak yorumladı. “Erdoğan’a içeriden ve dışarıdan tertip yapılmasını bir millet evladı olarak hazmedemiyorum, başbakan gidecekse sandıkla gider, benim ülkemin başbakanını yabancılar gönderemez” dedi.
Bu sözler, cemaat medyasının diğer yazarları arasında kabul görür mü görmez mi, Gülerce bu duygularında samimi mi, değil mi, bilemeyiz ancak akıl ve vicdan sahibi bir çok cemaat mensubu böyle bir kirli tezgahın içinde görülmekten, anılmaktan hoşnut değil. Fakat Zaman, Bugün ve Stv’nin operayonları sürekli gündemde tutması ve operasyonları yapanları savunması, ister istemez bu polis ve yargı darbesini cemaat sahiplenmiş konumuna düşürüyor.
Bugün Gazetesinden ayrılan Ahmet Taşgetiren, cemaatin bilerek dış odaklarla işbirliği yapmasının ihanet olacağını söylüyor. Abdurrahman Dilipak ise aklıselim cemaat üyelerinin bu süreçte bedduadan değil duadan yana tavır sergilediklerini, cemaatte kopmaların yaşanacağını ve arkasından da Pensilvanya’nın konumunun tartışılacağını belirtiyor.
Bunu günlük hayatımızda da belirgin bir şekilde hissetmeye başladık. Kimse hükümetin altını oyan, başbakana kelepçe takmaya uğraşan, geçmişte yaşanmış acı darbe komplolarına hizmet eden pozisyonunda bulunmak istemiyor. “Allah rızası için hizmette var idim, ancak hizmet için darbe çalışmalarında yokum” diyerek tavrını net bir şekilde gösterenler var. Kuruma ya da şahıslara kutsallık addedenler ise çelişki ve hayal kırıklıklarına rağmen, her yanlış içinde bir hikmet aramaya devam ediyor.
“Yolsuzluklar ortaya çıkmasa mıydı? Bakın hakim, savcılar ve emniyet mensupları ne büyük iş başardı” diyenlere ise gündemi ve gelişmeleri iyi takip edenler gülüyor. Ülkemizde ilk defa yolsuzluk haberleri çıkmıyor ancak operasyonların ve kamuoyuna servis ediliş şeklinden ve şu an karda ve zararda olan kurum ve bankalardan da anlaşılıyor ki bu, 28 Şubat taktiklerinden biri.
Operasyonların ikinci ayağında hedefte 41Anadolu sermayesi iş adamlarının olması, içlerinde Koç ve Doğan Grubunun olmaması yine çokça sorulan sorulardan biri. İddiaya göre Muammer Akkaş’ın Koç grubu ile ilgili 2010’da soruşturma başlatmış. Koç grubunun Türkçe olimpiyatlarına sponsor olmasının ardından dava dosyasının rafa kaldırılması yine iddialar arasında.
Yolsuzluk operasyonunun etkilerine baktığımızda ise son bir haftada devletin halka açık şirketlerinin değeri 20 milyar dolar düştü. Halk Bankın değer kaybı 1 milyar 625 milyon dolar. Asya Bank ise bu operasyonda 2 milyar dolar kazanç sağladığı iddia edildi. Bu rakamlardan anlaşılacağı üzere Başbakanımızın da dediği gibi bu ekonomik bir operasyondur.
Ekonomistlerin değerlendirmesi ise 17 Aralık operasyonunun Türkiye’nin bütün kurumlarına saldırı olduğu yönünde. Irak doğalgaz ve petrol gelirlerinin Halk Bankası yerine ABD Federal Bank’a verilmesinin gündemde olması da cabası.
Yaşar Süngü’nün deyimiyle “Bizim çıkarlarımız ve menfaatlerimiz tehlikedeyse, vatan, millet teferruattır” anlayışına sahip insanlar hep olacaktır. Ancak bu millet geçmiş darbe tecrübelerine dayanarak artık bu tür vicdansızlıklara, ihanetlere fırsat vermeyecektir.
