Arabamızın arada bozulması sanayide ya da serviste kalması iyidir. Zira hayat ne kendi yaşadıklarımızdan, ne okuduklarımızdan, ne de TV de, internette izlediklerimizden ibarettir. Otobüste, durakta, pazarda ya da sokakta görüp duyduklarımız bize daha çok şey anlatabilir.
Otobüse binerken illaki bir acemilik yaşarım. Ya vaktini tutturamam ya değişen ücretlerinden haberim yoktur ya da geçen yıl ki otobüslerin basamağı yine hala oradaymış gibi ayağımı havaya kaldırır indiririm vs.
Önler doluydu arka taraflara göz attım, bir yer buldum ve son zamanlarda toplumsal bir farkındalık oluşturmak için söylenmiş olan “yerimi işgal etme, bacaklarını topla” sloganını hatırladım.
Arkalar hani biraz daha erkeklerin mekanı gibidir ya, bayanların yerini daraltan, o sloganlara konu olan tek kişilik koltuğa iki kişilik yayılan, kaba saba erkeklere ve umuma ait mekanlara da illaki, ısrarla, yarı giyinik çıkmayı özgürlük zannedip minisiyle kenara sıkışıp kalan kızlara rastlar mıyım ki diye düşünerek oturdum.
Benden sonra120 kg civarında bir teyze yanıma oturdu, mecburen alanım daralsa da ben iyice kenara sıkıştım, “Yerimi işgal etme” de diyemezdim.
Karşı koltuğa bir baba ve liseli çağlarında oğlu oturdu. Sonra oğlan gülmeye başladı. Birkaç dakika sonra da el çırparak daha seslice gülmeye ve kahkaha atmaya başladı. Görünüm olarak Down sendromlu ya da zihinsel engelliye benzetemediğim için elinde telefonu, tableti, kulağında kulaklığı falan olmalı diye düşünmüştüm. Zira bizim sözde normal çocuklarımızın bu tür hareketlerini, bir akıllı telefon ya da tablet meşru hale getirmeye yetip de artıyordu bile.
Evet, çocuk zihinsel engelliydi yani toplumsal bir tabirle “deli”. Babası oğlunun tamamen kontrolü kaybetmemesi için arada uyarıyordu. Böyle durumlarda hem velinin hem de engelli oğlanın neler hissettiğini anlamaya çalışırım. Velininki malum. Zor bir imtihan, hem onun özgürce kendini ifade etmesini isteyecek, hem toplumun tepkisini çekmemek için olağanüstü gayret gösterecek. Hem çocuğuyla engelli dahi olsa gurur duyacak, hem de hiç gözünün önünden ayırmayıp onu tehlikelerden korumaya çalışacak. Sabır ve özveri işi…
Ya deli diye gülüp geçtiğimiz şu an mutluluktan kahkahalar atan bu genç neler hisseder? Mutluluktan değildir belki, istem dışı olarak da gülüyor olabilir ama bizim kadar mutsuzluk ya da acı çekmediği kesin. Necip Fazıl’a hocası Arvasi , çok düşündüğü ve acı çektiği için “Bu akıl, senin başına bela” demişti ya hani. Belki hepimiz için hem bela hem en büyük nimetti bu şuur, bu akıl…
Ve Dücane Cündioğlu “Deli mevzuunu bulamaz ki ‘ben’ desin” der. Veli için de aynı durum söz konusudur ve “Velilik ile delilik arasında çok ince bir çizgi vardır” der. Benlik duygusu taşımadığı için bu kadar gamsız ve şendi bu genç, belki.
Mutlaka psikolojik açıklaması vardır ancak ben, bizden farklı olarak akıl ve benlik yükünden muaf oldukları için cennetlik bir melek gibi masum ve neşeli olduklarını düşünüyorum. Çoğumuzun acıyarak ve merhametle baktığı bu sözde şuursuz insanların belki bizim halimize güldüklerini bize istihzayla baktıklarını bile zannetmişimdir.
Deli ve velisi, yani oğul ve baba el ele tutuştular bir süre sonra. Kuşkusuz oğlunun ne hissettiğini kime, niçin güldüğünü, o herkesten iyi biliyor ve anlıyordu. Otobüs beni mahalleme getirdi, sıkıştığım yerden kalkmak için teyzeden izin isteyerek daralmış alanımdan çıkıp ferah, açık havada kendi kendime tekrarladım “Deli mevzuunu bulamaz ki ben desin, tabi ki veli de…”