Güneydoğu’da barış müzakerelerinin meydanlara yansıması görülebiliyor artık. Etnik vurgu ve dışlayıcı etkisi sebebiyle sürekli eleştirilen “Türk, öğün, çalış, güven”, “Ne mutlu Türk’üm diyene”, “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım” gibi yazılar da kademeli olarak değişiyor. Batman’ın merkezindeki “Ne mutlu Türk’üm yazısı “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözüyle değiştirildi.
Bu gelişmelere bakılarak “Türk’üm demenin suç olduğu günlere geldik” gibi manasız sözlerle ulusalcı ve dikta günleri yad etmek çok anlamsızdır. Yıllardır dökülen kanların, düşmanlıkların bitmesini isteyen her sorumlu vatandaş bu sürecin başarısını istemek durumundadır. 20 yıldır belindeki kurşunla felç bir şekilde yaşamakta olan bir astsubay kardeşimiz, kendisi gibi hiçbir insan evladının böyle bir savaşın mağduru olmasını istemediğini ve barış sürecinden çok umutlu olduğunu bütün samimiyetiyle belirtmişti. Ancak milliyetçi duyguları ağır basan bir kesim ise hala Türk ve Kürt’ün kardeş olamayacağına inanmakta ve bu savaşın kıyamete kadar süreceğini düşünmektedir.
Yıllarca milliyetçiliğin, ulusalcılığın ders olarak okutulduğu, zihinlere işlendiği bir ülkede Kürtlerin ve diğer azınlık vatandaşlarımızın yaşadığı sıkıntıları tek tek anlatacak değilim. Bir örnek olarak 1996’da Magazin Gazetecileri Derneğinin ödül töreninde Kürtçe şarkı söylemek istediği için linç edilmek istenen Ahmet Kaya’nın yaşadıklarını hatırlıyoruz. Çatal- bıçak fırlatanlar arasında bulunan Serdar Ortaç bile bugün barış sürecinden yana olduğunu ve pişmanlık duyduğunu belirtiyor.
Sadece Kürt vatandaşlarımız değil bu barış sürecinde diğer azınlık vatandaşlarımız da diğerleriyle eşit hak ve imkanlara sahip olmalıdır. 14 Nisan’da Paskalya Bayramı’nda ölen Ermeni asker Sevak’ın ölümü hakkındaki tavırlar, tutumlar, yazılıp çizilenler de hala bizdeki kavmiyetçi izleri sergilemektedir. Şehit sayılıp sayılmaması konusunda tartışmalar oldu. Şehitlik bizim belirlediğimiz ya da verdiğimiz bir makam değildir. Onu en iyi Allah bilir. Şu da var ki bizim Türk ve Müslüman olarak gördüğümüz insanların şahadetine de biz değil ancak yaratan hükmedebilir. Her ölen askere “şehit” denilirken bunu hatırlamakta fayda var. Ayrıca Hristiyanlar için Sevak bir şehit ise “Şehit değil” demek de bize düşmez. Burada önemli olan nokta bu askerin ölümünde kaza, ihmal, kusur, gözden kaçan her ne varsa özenle araştırılıp adaletin yerini bulmasıdır. İslam’ın üzerinde hassasiyetle durduğu nokta bizden biri ya da değil, Müslüman, Hristiyan ya da Yahudi, hangi milletten, ırktan, dinden olursa olsun, adaletle hükmedilmesi, kimsenin hakkının yenmemesidir.
Türk, Kürt ya da Ermeni olarak doğmanın bizim irademizle olamayacağını bildiğimiz gibi Allah indinde üstünlüğün sadece takvayla olduğunu da biliyoruz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Irkçılığa (asabiyeye) çağıran bizden değildir, ırkçılık için savaşan bizden değildir, ırkçılık üzere (asabiyye uğruna) ölen bizden değildir” demesine rağmen kimlere şehit dediğimizi, kimlere düşmanlık ettiğimizi yeniden gözden geçirmemiz gerekmektedir. Akan kanların bir an evvel dinmesi için her vatandaşın bir mesuliyeti bulunmaktadır. Bu önemli süreçte her kelimenin, her harfin, her bakışın ayrı bir anlamı vardır. İnşaallah bunun farkındayızdır ve de katkımızı esirgemeyiz.
Havva B. Saraç Hür Haber yazarıdır ve yazıları kaynak gösterilse dahi aktif link verilmeden kullanılamaz