Bangladeş’te Cemaati İslami liderlerinden Abdülkadir Molla birkaç gün önce idam edildi. Davasına inanmış, dünyevi endişelerle zihni kirlenmemiş bir lider edasıyla korkusuzca şehadete yürüdü Molla. “Benim zaten Allah’tan son isteğim şahadetti” diyerek Şehit Esma Biltaci gibi, Furkan Doğan gibi onurlu bir şekilde gülümseyerek gitti ebedi aleme.
Yüreği Allah inancı ve hizmet aşkıyla dolu insanlarda aynı vakarlı tabloyu görmekteyiz. Mısır Cumhurbaşkanı da (bizim için Mısır’ın lideri hala Mursi’dir) cunta, yönetime el koyduğunda başka ülkelere kaçabilirdi, kaçmadı. Çıkarıldığı mahkemede hakime illegal olduğunu, meşru olmadığını korkusuzca haykırabildi.
Diktatör yönetimlerin Esed ve Sisi örneğinde olduğu gibi halkına nasıl zulmettiğini, ne kadar acımasız olabildiğini görmekteyiz. Buna rağmen inancını, fikrini, özgürlüğünü, sahiplenmek ve yüksek sesle savunabilmek muazzam bir cesaret ister. Biz bunu yakın tarihte Seyyid Kutup’ta, Hasan El-Benna’da, İskilipli Atıf’ta, Adnan Menderes’te ve daha bir çok alim ve siyaset adamında şahit olduk.
Bugün, belki her saniye, yeryüzünün değişik coğrafyalarında binlerce Müslüman’ın acı çekmesi, öldürülmesi, açlık ve sefalete terk edilip donarak can vermesi bize tesadüf gibi mi gelmekte? Yoksa Müslümanların özellikle orta doğudan ve sonra tüm dünyadan bilinçli olarak silinip gitmesi için izlenen sistemli bir yol mu bu?
Peki, böyle bir kurgunun farkına varabildiysek bizim bu şartlar altında herhangi bir vazifemiz, sorumluluğumuz olabilir mi? “Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler” sözünü yanlış yorumlayıp kendimizce pasif bir tevekkül anlayışı mı çıkartmayı seçtik yoksa? Suriye’de açlık ve soğukla pençeleşirken ölen küçücük çocuğun “Her şeyi diyecem Allah’a” sözleri de mi bize mesuliyetimizin büyüklüğünü ve buna karşılık halimizin vehametini hatırlatmaya yetmiyor?
Ülkemizde şahit olduğumuz olayları yorumlarken de Türkiye’deki hadiseleri Mısır’dan, Suriye’den, Bangladeş’ten bağımsız düşünemeyiz. Star Gazetesi yazarı Nasuhi Güngör “Mısırda farklı, Bangladeş’te farklı gibi görünen gelişmelerin Türkiye’de daha yumuşak tonda devam etmesi kimseyi aldatmasın… Mısır Türkiye’dir, Bangladeş Suriye’dir.” diyor. Eğer Başbakanımızın mücadelesini, ümmet bilincindeki hassasiyetini biz de gösteremezsek, dağılır, parçalanır, ferdi menfaatlerimizin peşine düşmemizin bedelini ağır öderiz.
Tarihte II.Abdülhamit’e isyan edip onu istibdatla, diktatörlükle suçlayanlar, İttihat ve Terakki yönetimin zulmünü gördükçe şiirleriyle, yazılarıyla nedametlerini dile getirmişlerdi. Günümüzdeki olayların benzerliğine dikkat edilip Dimyat’a pirince gidenlerin ellerindeki bulgurdan da olacağını şimdiden kestirmesi gerekmektedir.
Yaşadığımız bu topraklarda sırasıyla Türk-Kürt, Alevi-Sünni, dindar-laik, cemaat-siyaset çatışmalarının hepsi körüklendi ve art niyetli atılan her manşet, sarf edilen her söz, bu elim amaca hizmet olarak dönmekte. Bu olayların tümünde de hedef, milletin oylarıyla seçilmiş iradenin sona ermesi ve cuntanın yeniden yönetimi devralması. Gezi olaylarında Batı’nın hassasiyetini ve desteğini de bununla açıklamak mümkündür.
Artık kavganın, nefretin değil, birlik ve beraberliğin zamanıdır. Yarın çok geç olmadan, zor bulduğumuz özgürlüklerimizi, kolay harcamadan bu uykudan uyanmamız gerekmektedir. Hoşgörü, sevgi ve saygı gibi güzel hasletlerimizi kardeşlerimize; kin, nefret ve husumet gibi duygularımızı ise Müslüman kanına susamış hakiki Firavunlara, Nemrutlara göstermenin tam vaktidir, düşüncesindeyim.