Duran adam olmak sıkmış olmalı ki, attıkları tweetlerle artık eylemcilerin durduran adam olmaya evrildiklerini görüyoruz. Tüketmekten vazgeçip ülke ekonomisini geriye götürerek hükümeti köşeye sıkıştırma taktiği uygulayacaklarmış. Tüketmemek için yememek de lazım tabi. Önümüz Ramazan, tüketmeden geçirmekte zorlanmazlardır muhtemelen. Sadece yememek değil, içmemek de lazım tabi. İçip içmemek de kendilerine kalmış. Zaten başbakan yeterince ne kadar içilmeli, içilmemeli, kaç çocuk olmalıya müdahale etti. Bir de biz etmeyelim.
Kılıçdaroğlu’na katılmamak elde değil. Bu memlekette yıllardır aile planlaması gibi modern, çağdaş bir uygulama vardı. Fazla çocuğun aileye ne kadar yük getireceği vurgulanaraktan aileler bir, bilemedin iki çocukla kifayet ederlerdi. Şimdi sen çık, 3-5 çocuk deyip genç dinamik nüfusu artır. Gelecekte yaşlı nüfusuyla Avrupalılar, eli değnekle gezerken sen zıpkın gibi delikanlı nüfusunla korkut, dünya alemi. Olur şey mi? Hem bütün imkanları, özel okulları, hocaları, otomobilleri yoluna serip azdırıp şımartılan, Firavunlaştırılan çocuk olmak varken, mütevazi kalabalık ailenin çocuğu olmayı kim ister. Bu konuda ikinci çocuğu yasaklamış olan Çin’i takdir etmemek mümkün değil.
Başta Almanya başbakanı Merkel olmak üzere ülkemizdeki insan hakları ve özgürlüklerine gösterdikleri hassasiyetten dolayı bütün Avrupa’ya teşekkür etmek istiyorum. Demek ki sahipsiz değiliz, bize hem ana hem baba gibi şefkatleriyle, merhametleriyle, kol kanat olmaları hakikaten hepimizi duygulandırdı. Suriye’deki ve Arakan’daki Müslümanlar’ı da bir ara görüverin demeyeceğim. Mutlaka vardır bir vakt-ü saati, vardır bir bildikleri. Kazlıçeşme mitingindeki milleti de CNN’nin, hükümet karşıtı eylemciler olarak yayınlamasının da yine mutlaka bir hikmeti olmalı diyordum ki CNN muhabiri “Taksimdeki 150-200 kişiyle mi Türk Baharı olacak. Dünyadaki ilgiyi devam ettirebilmek için küçük bir hile yaptık.” açıklamasını okuyunca “yine varmış makul bir açıklamaları” diye içim rahatladı.
SBS-YGS-LYS ve 4444 ‘LÜ HATİMLER
Laik ya da dindar sınav öncesi herkes türbelerde, dedelerden başarı isteyip mum yakıyorlar, şeker, pirinç okutuyorlar. Hayatı boyunca Allah’ın ayetleriyle dalga geçmiş, ayetlerin hükümlerini çağdışı bulmuş bir sürü insan da ayetleri, sureleri efsun tutturur gibi sınav olunan okulun bahçesinde çocuğu için kaç defa okuması gerekirse o kadar okuyor. Şamanizm’den dinimize sokulmaya çalışılmış olan bu sayılardan keramet beklemek bazı muhafazakarların da yapmakta olduğu hurafelerdir.
Oysa M.Akif’in de dediği gibi Kur’an, ne fal, ne sihir, ne ölüler için inmiş bir kitap. O, Allah’u Teala’nın bize mesajı. Okumamız, anlamamız ve hayatımıza yön vermek için gönderdiği kutsal kitap. Dirilerin uzak durup, ölülerin okuyacağı değil. Ancak, sekülerleşme öyle bir sarmış ki bizleri, yaşamımız boyunca görmezden gelip anlamaya, yaşamaya çalışmadığımız Kur’an’ı, çocuklar “illaki bir memur olsun, sırtını devlete dayasın, hayatını kurtarsın” diye dünyevi çıkarlarımız için yüzlerce kez okumayı göze alabiliyoruz.
İlkokul birinci sınıftan beri işkence edercesine dershaneye, özel okula, özel hocalara gönderdiğimiz çocuklara “Ne olursan ol, Allah’a gerçek bir kul ol, iyi, güzel, insanlığa hizmet eden bir ademoğlu ol” yerine “Doktor ol, hukukçu, mühendis, mimar ol da nasıl olursan ol” tarzında yaklaşımlarımızla bunaltmakla kalmıyor, içi boş, ancak kaliteli, iyi tüketiciler yetiştirmiş oluyoruz. Sonra da “Aaaa bu doktor, parasız kimsenin yüzüne bakmaz, bu öğretmen, öğrencisini özel derssiz geçirmez, başka öğretmenlerle özel öğrenci paslaşır, bu avukat, üç kağıtçının tekidir” gibi ithamlarda yine kendimiz bulunuyoruz. Soralım o zaman, “Biz nerede hata yaptık?”