Habertürk yazarı Serdar Turgut, Batı gittikçe vahşileşiyor, hafife almayalım, Batı’yı çok kızdırmayalım anlamında tavsiyelerde bulunuyor. Benzer düşüncede olanlar da vardır muhakkak. İsrail ve ABD’nin Türkiye’yle olan ilişkileri çok ağrına giden Uğur Dündar gibi, katillerle dostça ilişkilerimiz olmasını isteyenler de var, ne yazık ki. Mısır’da katledilen binlerce Müslümanları ve Şam’da kimyasal silahlarla öldürülen yüzlerce çocuklara, sivillere gözlerini, kulaklarını kapatmış, vicdanlarını öldürmüş, insanlıklarını yitirmiş birçok zavallı görebiliyoruz.
Oysa, kucağında evladı, sarin gazından zehirlenip ölürken Suriyeli babanın haykırışları nasıl yakmadı yüreğinizi? “ Vallahi bu ümmette hayır yok, billahi bu ümmette hayır yok” derken hiç mi bir şeyler
kopmadı ciğerinizden? “ Mursi, babamızın oğlu mu ki savunuyoruz, darbe kötüdür ama…” lı cümleler kuran A.Aydıntaşbaş ve onu aratmayacak sözde muhafazakar gazete yazarları, sizler de Mursi’nin diktatör olduğunu yazmıştınız. Şimdi Esmaları, Bennaları, Habibeleri ve binlercesini Mursi mi katletti? Yoksa ABD’yle, İsrail’le birlikte yazılarınızla değirmenine su taşımış olduğunuz Sisi mi?
Şimdi de çıkıp sakın “ Müslüman Müslüman’ı katlediyor” diye başlıklar atmayın. Henüz 17’sinde, keskin nişancıların hedefi, Esmaları öldürenler Müslüman değil. Şam’da 5-6 yaşındaki oyun çağındaki masum çocukları sarin gazıyla zehirleyip ufacık ayakları, elleri üst üste, cesetlerinin üstünde tahtını sağlamlaştırmaya uğraşanlar Müslüman değil, “insan” bile değiller. Ve bu vahşeti izleyip hala “ülke menfaatleri” diyen Arap kralları da. İçki, eğlence, kürtaj özgürlüklerini kutsal direniş bilen, kadın haklarından dem vurup, öldürülen masumlara Arap terörist gözüyle bakan, darbecileri gönülden alkışlayan cahiller de ne Müslüman’dır, ne de insan.
Hatta namazını, orucunu, tesbihini aksatmayan ancak konu mazlum Müslümanlar olunca bir duvarın tuğlaları gibi olamayan, onların acısını kendi azasıymışçasına hissedemeyen de Müslüman değildir. Ve korkup saklanan, hiç bedel ödemeden yaşlanıp yatağında konfor içinde ölmek isteyen yine değildir.
Evet, Batı gittikçe vahşileşiyor. Bu Batının bilmediğimiz sürpriz bir yönü değil. Yüzyıllar öncesine dayanan Orta doğu ve Türkiye de dahil bölgeye yönelik planları malum. Şimdi biz Mısır ve Suriye’deki Müslümanlar, kan içici diktatörlere boyun eğmediler diye yok edilmelerini mi izleyelim? Barış içerisinde hoş ilişkilerimizle, diyaloğumuzla mazlumların çığlıklarına kulak mı tıkayalım?
Başbakanımız, güçlü ve yürekli bir liderin yapması gerekeni yaptı. Firavunların öfke ve zulmüne rağmen Hakkın yanında oldu. İhvan Lideri’nin kızı Esma’ya yazdığı mektuba kimsenin yüreği dayanmadı ki, onun dayansın. Benzer konuşmaları, hisleri, serzenişleri o da yaşamıştı kuşkusuz ailesiyle. Ölümden köşe bucak kaçıp korkanlar ise, kefeniyle, şehadetiyle kucak kucağa yaşamanın ne demek olduğunu nereden bilsin? Önce, bir Allah, ahiret, şehadet, cennet bilinci olmalıydı ki, “ELVEDA DEMİYORUM, BİLAKİS GÖRÜŞMEK ÜZERE” diyebilsin kızına.
Mısırlı ve Suriyeli kardeşlerimiz cesaretleri ve mücadeleleriyle Filistinli, Bosnalı, Iraklı, Doğu Türkistanlı, Arakanlı kardeşlerimiz gibi çok önemli mesajlar verdiler bize. Bu dünyanın fani, oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu, aslolanın O’na kul olabilmenin ve O’ndan başka hiçbir şeyden korkmamanın verdiği gücü ve güzelliği bir kez daha hatırlattılar.
Artık ben “amalı, fakatlı” cümleler kuranların samimiyetine inanmıyorum. Gerçek dost, yoldaş “Allah için mücadeleye, belki de ölüme gidiyorum, var mısın?” dediğinde, Mısırlı gençler gibi kollarına ismini yazıp çıkmalı ve geriye dönüp bakmamalı bile…