“Eceli gelen it cami duvarına bevledermiş…”
“Fare kediye kafa tutarsa yakında bir delik ya da arkasında güvendiği bir itten cesaret alırmış...”
Bu atasözleri kişi, toplum ve devletler için de harfiyen geçerli olup, doğruluğu tecrübe ile sabit olan, kabul görmüş kurallardır.
11 milyonluk yaşlı ve bakıma muhtaç nüfusu ile kendi ülkesinin nüfusundan daha çok Avcılık ve Atıcılık Derneği üyesi bulunan koskocaman bir ülkeye diklenmeye kalkan Yunanistan'ın bu tavır değişikliğinin ve cesaretinin arkasındaki nedenleri kısacası bu iki atasözlerimiz ile açıklanabilir.
AB ve ABD'nin şımartma beslemesi ve aynı zamanda maşası da olan Yunanistan son zamanlarda etine buduna bakmadan Türkiye'ye diklenmeye çalışıyor olmasının arkasındaki destekçileri kimin dost kimin düşman olduğunun bilinmesi açısından önemli bir göstergedir.
Yunanistan bunu kendi gücüne, kuvvetine ve siyasetine güvenerek yapmıyor. Arkasında Dünyanın süper gücü olduğu iddia edilen, günümüzün hasta adamı Amerika Birleşik Devletleri, AB Ülkeleri ile Kraliçesi yeni ölmüş, demokrasinin beşiği (?) İngiltere Krallığı ve yedi düvel var.
Biz millet olarak bu filmi daha önce de görmüştük. Ülkemizin bugünkü umumi manzarası ve karşımızdaki yedi düvelin yaptıkları tam da Abdülhamit Han devrini hatırlatıyor.
O zamanki aktörler ile günümüzdeki figüranlar değişse de sanki filmin senaryosu ile o zaman çevrilen filmin aynısı imiş gibi bir his uyandırıyor.
O zaman Abdülhamit'e Kızıl Sultan diyorlardı. Şimdi de Türkiye'de aynı şeyi uyguluyorlar. O zaman bir Emanuel Karasu vardı şimdi de birçok Emanuel Karasular var. O zaman bir tane Prens Sebahattin vardı şimdi onlarcası var…
Aslıda teknik ve taktikler aynı… O zaman da ülke dört bir taraftan kuşatılmış, iç karışıklıklar ve etnik milliyetçilik üzerinden ayaklanmalar çıkarılmış iken İstanbul Hükümeti ve Saray maalesef iç karışıklıklar ile uğraşıyor ve herkes iktidar olmak için döndürülen entrikalar ile uğraşıyorlardı.
1908 yılında Abdülhamit Han'ı tahttan indirmek için Selanik'ten İstanbul'a yürüyen Ordu ne gariptir ki bu olaydan sadece dört yıl sonra 1912 yılında bu defa Selanik'te silahları bırakıp arkasına bakmadan vatan parçasını Yunana bırakıp İstanbul'a kaçıyordu.
Garip bir tecelli...
İnsan bunları hatırladıkça ister istemez acaba tarih tekerrür mü ediyor diye sormadan ve hal apaçık ortada iken bu gaflet niye diye isyan etmeden edemiyor.
Yunanistan'ın burnumuzun dibindeki Midilli ve Sisam Adaları Amerika Birleşik Devletleri tarafından silahlandırılıyor, Ermenistan Azerbaycan üzerinden Türkiye'ye saldırıyor.
PKK ve PYD ülkeye tarumar etmek için bir başkaldırı ve entrikalar peşinde... Güneydoğu'da ayrı bir tezgâh kuruluyor... Kürt ve Alevi ayrıştırması üzerine üretilen etnik milliyetçiliğin kangren olması için yara zımpara ile kaşınıyor.
Her akıl sahibi, ülkesini ve milletini seven herkes bunların hayra alamet olmadığını, bunların ülkemiz için dost olmayan unsurlar tarafından üretildiğini biliyor. Hal böyle olmasına rağmen maalesef kısır bir siyaset döngüsü içinde bazıları bu şer odaklarının değirmenine bilerek veya bilmeyerek su taşıyorlar.
Mandacılık zihniyeti hortlamış vaziyette… Görmezden gelsek de kafamızı kuma soksak da günlük siyasi tartışmalar ile yaşananları halkın gözünden kaçırmaya çalışsak da burnumuzun dibinde ki Midilli ve Sisam adalarında maalesef namlusu Türkiye'ye dönmüş silahlar ile üst kuruluyor…
Bu silahlar turistik amaçla biraz deniz havası alsın diye rastgele yapılmış ve görmezden gelinecek olaylar değil… Türkiye bir NATO Ülkesi olmasına rağmen maalesef NATO'nun silahları ülkemize çevrilmiş vaziyete…
Yunanistanlı kendini bilmez bir komutan tam da bunlar yaşanırken “Ben Türk kadınlarını acıyorum” diye saçmalıyor.
Birinci Dünya Savaşı'ndaki acı hatıraları dinlediğimiz veya hatırladığımız zaman bu sözün ne anlama geldiğini herhalde izah etmeye gerek yok…
Kısacası medeni Dünyanın vahşi yedi düveli Türkiye için iyi şeyler düşünmüyor. Her birinin Türkiye üzerinde birçok emperyalist pis emelleri olduğu biliniyor.
Bu emperyalist devletler kendi ellerini yakmamak adına Ermenistan, Yunanistan İsrail başta olmak üzere küçük devletleri ve terörist taşeron PKK, PYD, İŞİD, DAEŞ örgütlerini kullanıyorlar.
AB üyesi olan Yunanistan'ın NATO'nun inisiyatifine bırakılması herhalde bir tesadüften ibaret değildir. Dün Dedeağaç bugün Midilli ve Sisam Adalarını silahlandıran NATO gerçek niyetini göstermiştir. El açıp aman dilemektense kendi politikamızı kendimiz üretmek ve kendi göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız.
Bu günkü durumdan geriye dönüp kendi göbeğimizi nasıl keseriz sorunun cevabını bulmak için de tarihimizdeki Abdulhamit Han dönemine, günümüzde de Afganistan'a Irak'a, Libya'ya, Suriye'ye ve Mısır'a bakmamız yeterli olacaktır.
Ülke olarak birlik ve beraberlik içinde olmaktan başka çıkış yolu yoktur.
Birde “Havlamasını bilmeyen itin de sürüye kurt getireceği” gerçeği göz ardı edilmemelidir.