Hani bir konferansta iseniz konuşuyorsanız ve bir dinleyiciniz varsa ve o da uyuyorsa sakın onu uyandırmayın gidebilir derler ya zorla pişen aş ya karın ağrıtır ya baş gibi zorla yazımı okutturduğum bi insan "heimmmm kötü davranmışlar" deyince dedim "kötü" değil "özensiz ve umursamaz" olacaktı ana fikir ve şu anda kendimi fıkrasına gülünmeyen Hasan Mezarcı gibi hissediyorum...
Evet...
Bi İsmet Özel diildik fakat biz de yeri geldi anlaşıl/a/madık dedim içimden kendi kendime sonrasında...
Oysa neler neler yazmıştım yıllar boyu , ben de Pia gibi Mona Rosa gibi Lavinia gibi ve dahi Olvido gibi hattezatında Fransız Sembolistleri gibi Equinox isimli bir şiir bile kaleme almıştım...
Gece ve gündüz eşitliğinden mülhem sembollerim vardı güneşime dair... ( Bu da Mezarcıvâri fıkrayı açıklamak oluyor yani :))))
Kurşun kalemle yazdığım defterimden şiir avcılarına en çocuk umutlarımla heyecanlarımla :
EQUINOX
Sıkıntının özlemle örüldüğü
Mor akşamüstleri...
Bir menekşe gülümser sessizce
Uzaktan sesleri gelir çocukların
Bulutlar gezinir gözlerimde
Taşar özlemim bu saatlerde...
Gün renk değiştirirken yavaşça
Dolanırım yalnızlık girdaplarında
Kapılırım yalancı hayâllere
Gözlerini görürüm gecede
Ben geceye tutsak
Gece güneşe...
Karanlıklar çıkmazında
Çırpınırım boşuna
Erir umutlar teker teker
Bütün çiçekler solar
Küserim yaşama her gece...
Gözlerini görene kadar...
Hüzünler yakar boğazımı
Sözleri olmayan şiirler yazarım
Melodisiz şarkılar söylerim içimden
Yok oluşumu seyrederim aynalarda...
Ve geceyi dinlerim eksik hatıralarda...
10 Şubat 1992 / Pzt.
Ah kendi şiirimden söz edince böyle Oğuz Atay ve Tutunamayanlar gelir aklıma:
'Evet beğendin mi yaptığını şimdi? Kendi şiirini okuyup dersi mahveden edebiyat öğretmeni gibi !!! "
Nüket Belsan Taşören