Eğer yönünüzü doğru tayin etmemişseniz, saatte 500km hızla giden bir trenin içinde ters yöne koşmanızın size hiç bir faydası olmaz. Geleneksel Türk futbol yorumculuğunun oynanan oyunu analiz etmek için kullandığı kavramlar, çağdaş futbolun geldiği düzey ve çağdaş oyun teorisinin stardartları düşünüldüğünde, saatte 500km hızla giden bir trenin içinde ters yöne koşmakla eşanlamlıdır.
Takım dizilişi, oyuncu performansı, göbek oyunu, defansif görevler, orta sahanın çift yönlü karakteri, iyi mücadele, en çok koşanlar, çift santrfor gibi -ki liste daha da uzatılabilir.. Bütün bu kavramlardan çağdaş bir oyun teorisi ilkelerini çıkarmak şöyle dursun, yukarıda andığımız sözkonusu kriterlerden yeterli bir futbol eleştirisi, kuramı bile elde edilemez. Çünkü bu söylem çok eskidi. Çağdaş futbol artık ne bu kriterlerle oynanıyor ne de bu kriterlerin ışığında yorumlanıyor. Gelişimi görmeyip eski kriterlerde israr eden ülkelerin futbol düzeyi Türk futbolundan farksız değil.
Tam 100 yıldır futbol uygulayıcıları ile oyun yorumcuları bu bereketsiz kriterlerde israr ettikleri için Türkiye'de futbol gelişmiyor, Türkiye'de futbol akla dair bir faaliyet olarak anlaşılmıyor. Yeteneğin doğuştan geldiğine inanılıyor ve böylece akli planlamalara dayalı bilinçli çalışmanın değeri yadsınıyor. Hiç kuşkusuz bütün bunların nedenlerine ilişkin çok şey söylenebilir. Yeri ve zamanı geldikçe bu nedenler üzerinde de duracağımızı not edip geçelim.
Bir futbol figürü ve uygulayıcısı olarak Şenol Güneş, futbol tarihi bakımından kısa sayılabilecek, ama Türk futbol serüveni bakımından uzunca bir süredir, kendisiyle, sözünü ettiğimiz bu bitik futbol anlayışı arasına mesafe koymaya çalışıyor. Bugün bu maçta Şenol Güneş'in bu değerli yalnızlığı içerisinde futbol adına anti-futbola karşı hangi mesafeleri, nasıl katettiğine ve hangi yaratıcı çözümleri başarıyla uyguladığına birkez daha tanıklık edebileceğiz.
Maçın ilk 10 dakikası içinde kayda değer en önemli aksiyon, Beşiktaş'ın 9. dakikadaki, zarif Mardin işi telkari işçiliği gibi, her halkası özenle düşünülüp tasarlanmış hücum girişimiydi. Mustafa Yumlu'nun arkadan iten disiplinsiz elleri ile hakemin kararsızlığı arasında eriyen dakikalar bu şahane ziyafete sadece gölge düşürüyordu.
Maçın ilk 20 dakikası geçildiğinde, Trabzonspor, kayığında hamsi satan baskı altındaki üç çocuk babası Dursun Reis gibi dalgın dalgın Beşiktaş'ın dalgalı sularına bakıyordu. Beşiktaş ise ışıltılı vitrinleriyle her tür müşterisinin aklını çelen Boğaziçi'ndeki lüks bir balık restoranı gibiydi. Fark, akla karadan fazlaydı.
Şota, kötü bir kontra oyunuyla sadece kalesini tehlikelerden uzak tutacak tedbirlerle donatmış takımını. Şenol Güneş ise sol tarafta üçer kişiden oluşan iç içe geçmiş üç yapı kullanarak, sanki sağ taraftaki ölümcül darbe için en uygun anın olgunlaşmasını sabırla bekliyordu. Şenol Güneş'in maça katmaya çalıştığı akıl kadar, Şota da bütün gücüyle maçı zıvanadan çıkarıp kaotik bir çukura itiyordu.
Komplo teorilerine pek itibar etmem ama hakem Ali Palabıyık sanki Şenol Güneş'in önünü kesmeye çalışan vesayetçi futbolun dalga kıranı görevini üstlenmişti.
Dakika 49'da Gökhan Töre'nin kaçırdığı golün iki farklı açıklaması var: birincisi fundamental olarak sağ ayağını hiç geliştirmemiş olması, ikincisi –ki bence birincisinden daha da önemli- geçen sene kurtarıcı kahramanı rolü sıfırlanan bu oyuncu psikolojik olarak bu oyuna küskün.
53. dakikada gelen Trabzonspor golü kozmosun karadeliğinden çıkan kör kaotik futbolun bir ürünüydü. Beşiktaş'ın 56. dakikada gelen golü ise kendi amacına ihanet eden,kendi amacına itaat etmeyen, serseri, kelimenin tam anlamıyla rastlatısal bir goldü. Evet, futbolun içinde bunlar var, ancak hiçbir akli nitelik taşımadığı için de bu tür aksiyonlar, duygularımıza ne kadar hitap ederlerse etsinler, yine de kaotik dünyanın ürünleridirler.
Olcay-Necip değişikliği ile Şenol Güneş önceden kurguladığı oyunundan vazgeçip, kontr-atak oyununu kollayan bir kurguya geçti. Bunu anlamak mümkün, çünkü takımı Quaresma'nın oyundan atılmasıyla sayısal olarak eksilmişti.
Şenol Güneş kurgusunun aksayan iki zayıf halkası vardı: Ramon Motto ve Ersan Gülüm bu kurgusallığı hiç anlayamamış iki işlevsiz, niteliksiz oyuncuydu.
Beşiktaş 10 kişi kalmasına rağmen, Şota bu elverişli durumdan yararlanmayı bilemedi, çünkü İstanbul'a bir gol planı ile gelmemişti.
Sonuç yerine: Şota Arveladze ucuz, Sirkeci usulü Türk numaralarıyla İstanbul'a geldi, bu numaralarda israr etti ve yeteneksiz tarihin yardımıyla da maçı kazanıp evine döndü. Ama bu oyundan yüz yıl boyunca hiçbir şey çıkmamıştı, bundan sonra da bir şey çıkmaz. Keşke Trabzonspor'lu dostlarıma daha güven verici, daha iç açıcı şeyler söyleme imkanım olsaydı. Üzgünüm.