Baskının bir tek panzehiri vardır, o da karşı baskıdır. Rakibin neredeyse bütün gücü ve imkanları ile üstünüze yüklendiği zaman dilimlerinde takım olarak topun gerisinde kalmaya çalışmak, sanıldığının aksine, bir çözüm değildir. Çünkü her baskının stratejik amacı, oyunu mümkünse rakibin ceza sahası içinde oynamaktır. Eğer siz bu stratejiye, dirençle, stratejinin merkezine baskı uygulamazsanız topun arkasına geçerek rakibi keni elinizle ceza sahanıza davet etmiş olursunuz.
Benfica maçının ilk yarım saati üç aşağı-beş yukarı Galatasaray'ın baskıya baskıyla cevap veremediği, dolayısıyla oyunu da inisiyatifi de Benfica'ya bıraktığı bir zaman aralığı oldu. Aslında Galatasaray'ın baskıya baskıyla karşılık verememesinin en önemli etkeni Burak Yılmaz'ın pasif oyunuydu. Burak Yılmaz tipik nokta santrforu gibi hem hücumda hem savunmada kendisine biçtiği bölgeyi hiç terketmedi. Bölgeyi terketmediği gibi, arkadaşlarının savunmanın gerisine sarkmak amacıyla o'na atttıkları hiçbir topu da değerlendiremedi.
Burak'ın bu pasif konumu aslında futbol oyununun hücum prensipleri açısından üstünde durulması gereken çok önemli bir sorunu, hatta bağlamı Türk tarzı hücumcu tiplemesi olgusu üstünden kurarsak, bu durumu genelleştirip sorunsal olarak kabul etmemiz pekala mümkün. Çünkü Türk tarzı hücumcu oyuncu tipindeki oyuncu, karakteristik olarak, top kendisine atılmadan oyunla ilişki kuramayan, tek yanlı, verimsiz ve çağdışı bir oyuncu profilini temsil eder.
Hamza Hamzaoğlu'nun Selçuk İnal ve Bilal Sarı'dan oluşan Galatasaray oyun merkezini çok geride ve defansif ağırlıklı bir konumlandırmayla görevlendirmesi, oyun merkezi ile Podolski ve Sneijder arasındaki mesafeyi gereğinden fazla uzattı. Bu uzak mesafeye, yukarıda işaret ettiğimiz Burak Yılmaz'ın pasif oyunu eklenince, ilk yarının neden ağırlıklı olarak Benfica gibi ikinci sınıf bir takımın egemenliğinde oynandığını da bir bakıma izah etmiş oluyoruz.
İkinci yarıda Benfica, stoperi Luisao'yu hava hakimiyetini artırmak amacıyla neredeyse bir santrfor gibi kullanmaya başladı. Nitekim bu taktik düşünce 52. dakikada Galatasaray'ın kalesinde bir gol olarak sonuç verdi. 58. dakikada Galatasaray'ın Podolski'nin ayağından bu gole cevap vermesi, Hamzaoğlu'nun ikinci yarıya farklı bir taktik düşünceyle çıkmasının ürünü değildi. Üstüne gidildiğinde her ikinci sınıf takımın kendi ceza sahası içinde yapması muhtemel pozisyon yanlışlıklarının sonucuydu.
Nitekim daha Hamza Hamzaoğlu Luisano'nun oralarda niye ve neden arz-ı endam ettiğini anlayamadan, daha doğrusu rakip teknik direktörün niyetini kavrayamadan Luisano durumu 2-1'e getirdi. Şu an maçın 70. dakikası ve Hamza Hamzaoğlu bu maçın kendisinden talep ettiği taktik düşünce ve onun yapılandırılmasını değiştirebilmiş değil.
Sabri Sarıoğlu'nun hücumun sol tarafında Burak Yılmaz'ı “orta keserek” beslemesi “harika” bir düşünce gibi duruyorsa da, pratikte bu fikir hem Burak Yılmaz'ın hem de Sabri Sarıoğlu'nun konumlarından ötürü oyuna nitelik kazandıran bir buluş olamadı maalesef. Çünkü oyun merkezinizi bu kadar geride konumlandırırsanız, hücumcularınızın kaderi Fatih'in fedailerinin kaderinden farklı olmaz. Sonuç; Bizans surlarına çarpan cılız akınlar ve akıncılar.
Oyunun bitimine 10 dakika kala yapılan oyuncu değişiklikleri doğrudan oyun ve pozisyon değişikliğini içermediği için sadece oyuncu değişikliği olarak kaldı ve 2-1 malubiyetin psikolojisiyle takım, salt bu yüzden, oyunu biraz daha ileride oynamayı arzu ettiyse de bu durumun beraberinde getirdiği olumlu bir sonuca oluşamadı.