Türkiye Süper Ligi'nde sahne alan oyuncuların neredeyse tamamına yakını, maç başladıktan sonra sanki önceden tasarlanmış bir planın parçası değilmiş gibi tutum ve davranışlar sergiliyor. Topun olduğu bölgenin dışındaki bütün oyuncular bir biçimde el işareti veya seslenerek topu israrla kendilerine isterler. Hiçbirisi üç pas sonrası o topun kendisine aktarılabileceği bilgisinden yoksunmuş gibi aceleci ve çaylak davranışlarda israr ederler. “Türkiye'de futbol takımlarının sık örülmüş, sistematik ve her aksiyonu tanımlanmış bir oyunları yoktur” dediğimizde dosdoğru kastettiğimiz bu sefil, perişan haldir.
Eğer oyuncu kendini önceden tasarlanmış bir kurgusallığın parçası olarak hissetmiyorsa, bu durum aslında o oyuncuyu bağlayan, o'na oyun içinde ne yapması gerektiğini söyleyen, kollektif bir üst akıldan yoksun olduğunun en belirgin işaretidir. Oyun kurgusu esasen oyunun kurumsallığını ifade eder. Bu kurumsallık, oyun merkezine bağlı olarak kimi oyun ilişkilerinin hiyerarşik olmasını gerektirdiği gibi, kimi ilişki ve aksiyonların -yine kurgusal ihtiyaçlara bağlı olarak- özgür karakterini de belirler.
Oyuncuya hangi durumda görevlerine sıkıca bağlı kalmasını söyleyen ve/veya hangi durumlarda özgürce davranmasına cevaz veren oyunun kurgusallığından başka birşey değil. Bir oyuncu üç veya beş pas sonra elini kaldırarak “şimdi” “hemen” talep ettiği topun kendisine gelebileceği bilgisine sahip değilse, doğal olarak o topun kendisine gelebileceği en uygun pozisyonu yaratmak konusunda aklına başvurmaz. Türk oyuncularının neden hızla kendilerini geliştiremediğini, bedensel yeteneklerinin üstüne bir o kadar güçlü ve zenginleştirici zihinsel nitelikler katamadığını bu durum açıklıyor.
Olgun oyun sabırla önceden tasarlanmış kurgusallığı uygulama çabası ve gayretidir. Olgun oyun derken; tasarlanmış kurgusallığın bilişine, bilgisine ve uygulama süreç ve biçimlerine atıfta bulunuruz. Olgun oyun, tecrübeli oyuncularla oynanan bir oyundan ziyade, kurgusu iyice ve etraflıca anlatılmış, netleştirilmiş ve her aksiyonu yapılandırılmış bir oyun sürecini ifade eder.
Bu bilgilerin ışığı altında Fenerbahçe'nin oyun tarzına baktığımız zaman olgun bir oyundan çok, oyunun defansif görevlerinin açık, net ve özenle tanımlandığını görebiliyoruz. Ama aynı şeyleri hücum hattının bütün aksiyonları için söylemek son derece güç. Fenerbahçe defansif olarak ne kadar örgütlü görünüyorsa ofansif olarak o kadar örgütsüz, dağınık ve gelişigüzel görüntüler sergiliyor. Esasen Türkiye Süper Ligi'nde Beşiktaş'ın dışında hiçbir takım hem defansif, hem ofansif aksiyonlarını aynı netlikte tanımlayabilmiş değil. Bu durum da Beşiktaş'ın neden hepsinden daha başarılı olduğunu anlatır.
Hücum ederken “kasılan” her takımın uygar bir hücum organizasyonundan yoksun olduğunu söylemek doğru bir tespittir. Ama bu doğru tespitin gerisinde sadece organizasyon eksiklikleri yeralmaz, aynı zamanda bu durumun gerisinde kasılmaktan yüzü mosmor olmuş bir teknik direktör de görürüz. Fenerbahçe'nin attığı her golden sonra Vitor Pereira'nın coşku gösterileri kısmen sevincin dışa vurumu gibi algılansa da esas olarak Pereira'nın kendini ne kadar çok kastığını da görebiliriz.
Vitor Pereira'nın “sezon sonunda konuşalım.. sezon sonu şampiyon olacağız” söylemi anlaşılan o ki sadece bir takım motivasyon argümanı değil, kenarda Vitor Pereira'yı bir pistonun yayı gibi ağır baskı altına alan bir aparata dönüşmüş. İddia sahibi olmak güzel bir özelliktir, ama o iddianın altında ezilmeden; onu omuzlarının üstünde bir şeref madalyası gibi gururla taşımak gerekir.