Hür HABER - Türkiye'nin Online Haber Platformu

Hür HABER - Türkiye'nin Online Haber Platformu

Hür Haber, Türkiye ve dünyadan önemli olan Son dakika, Güncel, Teknoloji, Magazin ve Siyaset haberlerini okuyabilirsiniz.

SON DAKİKA
Sol Ok
Sağ Ok
Menü
Ara
Facebook Twitter
ANASAYFAGÜNDEMSİYASETSPOREKONOMİ SEYAHAT TEKNOLOJİ YAZARLAR FOTO VİDEO

Ali Kemal Özcan

Ey millet ve devlet!

Facebook Twitter Linkedin WhatsApp Tumblr Yazdır Büyüt Küçült

Sillah ve şiddetle siyaset sorunumuzun artık insan canı almasını durduralım... Arkasından da sorunun asıl adını koyarak asıl kelimeleriyle konuşup uygulanabilir bir izan yolunun varlığını tartışmaya ve uygulamya geçelim. Bunun zamanı geçebilir...

Konuşanların bilmediği bilenlerin konuşmadığı” dediğimiz sorunun dolandırmasız ifadesine geçilmesinin ve hesapların ona göre yapılmasının miadı dolmamalıdır.

Konuşanların soruna verdiği iki isim var: “terör sorunu” ve “Kürt sorunu”.

Birincisi doğru tanımlama değildir. Çünkü sorunun muhatapları bir yana, sorunun üzerinde “süper dans” eden son yüzyılımızın “süper güç”leri de “terör”ün ne olduğu temelinde bu “sorun” ile ilgilenmemektedirler. Zira sorunun Türkiye'deki “siyasi uzantı”sının bu yıl içinde yapılan iki seçimde Meclis'e önce 80 sonra 59 vekil gönderdiği, 900 km. sınırımız olduğu söylenen Suriye'de 3 “kanton” oluşturduğu bir organlaşmayı “terör sorunu” olarak tanımlama, meseleyi kapsamaktan uzak kalır. (Şüphesiz ki bununla, sorunun içinde kelimenin ansiklopedik anlamıyla terörün olmadığını demek istemiyoruz.)

İkincisi de değil, çünkü o “sorun” çözüldü. Türkiye'nin Kürt sorunu sosyolojik temeli, kültürel boyutu ve siyasi tarihiyle bir kimlik inkârı sorunu oldu. Bu soruna Örgüt isyan etti, son onyılda köklü bir yenilenme yaşayan Türkiye Devleti de sorunu ana gövdesiyle çözdü. Bilmeyenlerin tekerrürden yorulmadan çok konuştuğu, “sorun” budur.

Yani sorun, dolaysız ifadesi ve son geldiği hâliyle; “siyasi uzantı”nın birinci parti olduğu “bölge”lerin kim tarafından nasıl yönetileceği sorunudur: silah ve şiddetin sonsözü söylediği – genellikle yüzde 90 ve üstü sonuçlar alan – Sovyetik seçim sonucu “inşa” edilen bir “zorun rolü” iktidarı ile mi, yoksa normal seçimler sonucu ortaya çıkacak bir yönetişim ile mi?

Sorunumuz dolandırmasız kelimeleriyle budur. Kürtlerin kendisini yönetme, yani “öz-yönetim” (kendini yönetim) denen demokrasi veya “demokratik özerklik” denen “demokratik demokrasi” sorunu değildir.

***

Bugünlerin en tuhaf “muamma”sı; İmralı–Kandil ilişkilerindeki, “rehine” olduğu söylenen Öcalan'a objektif ihanet derinleştikçe “Önderliğe bağlılık” örtüsünün kalınlaştığı gerçekliğidir. Ve bu gerçekliğin ihtiyacı olarak, “muamma” Kandil'in yürürlükteki bütün politikalarının aslında “Başkan Apo”nun perspektifiyle uygulamaya konulduğu yönündeki örgüt-içi fısıltı ile ömrünü idame etmektedir. Mesela Öcalan'ın “Ben burada rehineyim, neden kararları bana bırakıyorsunuz?” dediği, en son yoğun dolaşımda olan Örgüt “iç-bilgi”sidir.

Eğer bu “bilgi”de doğruya yakın bir durum var ise, yanı Öcalan buna yakın şeyler söylediyse eğer; “korkulanın başa gelmesi” olacak olan, İmralı'nın da “uluslararası komplo”nun operasyonuna açıldığıdır. Bu Kandil'in intiharının Öcalan'ı “kapsama alanı”na aldığı anlamına gelir. Ve dolayısıyla Öcalan'ın temel İmralı savunmalarında “tarihi yaşama ruhu” ile anlattığı kendi felsefî, tarihî ve sosyolojik önderliğinin intiharına imza verdiği sonucu çıkar ki; bunun altından ne devlet olarak ne de millet olarak kalkamayız...

Muamma”nın biraz ötesindeki “acaip”lik ise; Örgüt ve lideri üzerine dünyadaki tek – hâlâ – sosyoloji doktorası sahibi olarak çalışmalarımızı konunun ikinci dereceden muhatabı olan Devlet ile Kandil'in, konunun birinci derece muhatabı olan Öcalan'a ulaştır-ma-mada mutabık kalmalarıdır. Üzerinde sorunsuz mutabık kaldıkları tek konu gibi görünmektedir.

Devlet tarafı, 30'a yakın oldukça “üst-düzey” ve nezaketle karşılayıp dikkatle dinleyen görüşmelerimize* rağmen, kayıtlı postaların Öcalan'a ulaşıp ulaşmadığına dair bir “tiyo” vermemekte kusur etmedi. Kandil tarafı ise, avukatlarının dört ay sormamakta direnmelerini müteakip, kardeş Mehmet Öcalan'ın 10 buçuk yılı aşkın zaman önce,

– Dersimli bir akademisyen sana on altı [yirmi iki] sayfalık mektup göndermiş, aldın mı?
– Hayır, verilmedi. Yasal hakkını kullanabilir, araştırabilir.**

formundaki kısa diyalogundan bu yana “görmedim-duymadım-bilmiyorum” yapmaktadır.

Anlaşıldığı kadarıyla bu “acaip”lik; Devlet ve Kandil'in benzer Öcalan “değerlendirme”sinden kaynaklanmaktadır. İkisi de hasmına karşı iktidar mücadelesindeki “değer”ini bilmekte, ancak değeri değerlendirirken Değer'in kendi iktidar işlerine karışmasını istememektedirler.

Burada sessizce uzlaşmaktadırlar...

Aralarındaki temel uzlaşmazlık; iktidar amaçlarındaki hedefte Devlet için canlısı anlamlıyken Kandil'in “etek”leri altında palazlanmakta olan Sovyet-Baas alaşımı Kürt eliti için ölüsünün ideal olanı olmasıdır.

Ama en can-yakıcı güncenlliği içindeki bu kavşağımızda en tarihî olanı, Öcalan'ın; Anadolu yarımadasıyla Mezopotamya'nın “yukarı”sını Ortakvatan edinmiş bu iki etnisitenin uygarlıksal kaderlerindeki değeridir.

Bu açıdan bu satırların yazarı Öcalan önderliği ve karizmasının canlısının hayatî önemde olduğunu söylerken Devlet'e yakın durmaktadır. Böyle bir tasa ile çalışmalarımız boyunca feryat-figanlı cağrılarımız, Devlet'in İmralı biriminin “üst-akıl”ına ve Öcalan'ın “tarihi yaşama” ruhunadır.

***

Medeniyetin Beşiği olarak bildiğimiz bu coğrafyanın günümüz mükimlerinden en siyasi olarak gelişeni Türklük ile tarihî olarak en kadim olanı Kürtler arasında köklenmiş binyıllık bir kültürel/sosyolojik sentezlenme, medeniyetsel bir yeniden-doğuşa aday bir siyasal “kompozisyion” sürecinde sindirim sancılarını çekmektedir.
Böyle bir yeniden-doğuşta “İmralı Sakini”nin hayatî bir yerde olduğunu, “değer”lendirilmesinin güncel iktidarî kaygılardan azade edilmesini söylemeye çalışmaktayız.

Anadolu yarımadası ile Mezopotamya'nın kuzeyini binyıla yayılı özgün bir ilişki-çelişki bütünüyle Ortakvatan edebilmiş Türkler ve Kürtlerin ilişkileri kritik bir güncellenme zaruretiyle karşı karşıyadır.

Türkler Anadolu'ya (1071) Kürtlerle ittifak hâlinde girerler. Osmanlı ile Savefi devletleri arasındaki tarihî kapışmada yine Kürtlerle dayanışma neticesinde Çaldıran Zaferi'ne (1514) gidilmiştir. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişte Samsun'a çıkışla başlayan Kuvayı Milliye Hareketi sürecinde Erzurum ve Sivas Kongreleri, ana omurgasıyla bir Türk-Kürt ittifakıdır. Özgün tarihlerindeki üçüncüsüdür. Son isyanın İmralı'aki lideri Dördüncü'sünü ön-görmektedir. Bunun için de öncelikle ve acil olarak, kendisinin 2013 Newroz “manifesto”sundaki ruhuna dönmesi elzemdir.

Devletin ise bu “fırsat”ı ete-kemiğe sarıp kendisine sunması üzerinde “devlet mağrurluğu”ndan arınarak çalışması lazımdır.

Türk-Kürt ilişkileri, Britanya İmparatorluğu'nun “Orta Doğu” dediği bölgedeki diğer ilişkilere benzemeyen kendine münhasır bir tarihe ve sosyolojiye sahiptir. Özellikle sosyolojik muhtevası, etnik sentezlenme diyebileceğimiz çok-boyutlu doğal entegrasyonu ile (zorla asimilasyonun ötesinde) sosyal bilim çalışanları için bakîr bir araştırma alanıdır. Bu “ilişki” iktidar mücadelesinde “silah ve şiddetle siyaset”e kurban verilemeyecek kadar kapsamlıdır. Kürt kimlik inkârına karşı 30 yıl süren son Kürt isyanına önderlik eden Öcalan'ın ön-görüsüyle, güncellenmiş bir Dördüncü Türk-Kürt İttifakı sadece olası değil “başka da yolumuz yoktur” kadar vazgeçilmez ihtiyacımızdır.

Devlet'ten “Kürt siyasi iradesi”nin teleplerini talep edenler, bu “İrade”nin kim olduğunu ve “ne talep ettiği”ni bildiklerine dair bir emare vermemektedirler. Bu irade Dağ-Ova değil Ada'dadır. Çünkü Dağ'ın – ve İrade'nın tabanının “tırşıkçılar” (hazır sofracılar) dediği Ova'nın – “öndekiler”inin, “şunu-şunu yapmazsan vururum, ölürüm, öldürürüm” demeye getirme dışında bir dediği yok maalesef. Oysa “ölüp öldürme değil yaşayıp yaşatma” diyen İmralı'dan binlerce sayfa var. Bunları okumadan “akademisyen”liğe yeltenilmemelidir. Ve bunlar okunmadan sabah-akşam “suça ortak ol”unur.

Olmaktadırlar...

Bugünlerde bebek/çocuk canı alacak kadar pervasızlaşanlar ise, silahsız/şiddetsiz ve zor-ile-tehditsiz siyasete gelmemeye direnmeleri hâlinde, bu tarihî zaruret karşısında hem felsefî hem sosyolojik hem de siyasi olarak “intihar”a mahkum olmaktan kurtulamayacaklardır.

Taşıma suyla değirmen dönmez; Washington, Moskova ve Tahran'ın konjonktürel “dostluk”larıyla “Kobanê Devleti” yaşamaz. Esad'ın boşalttığı bir “yer”de kalşnikovla kurulmuş bir devlet ile de özgürlük gelmez...

* Cumhurbaşkanı başdanışmanları, başbakan yardımcıları ve müsteşarları, bakanlar, bakan müsteşarları, hükümet partisi genelbaşkan yardımcıları, MİT müsteşar yardımcısı (5 kez), Kamu Düzeni ve Güvenliği müsteşarları (eski ve yeni), “yakın” vekiller ve gazeteciler vs.

* Görüşme Notları, 27 Nisan 2005.

  YORUM YAP / YORUM OKU
ALİ KEMAL ÖZCAN DİĞER YAZILARI
Hurhaber.com'da yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır. Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait yazılardan dolayı Hür Haber sorumlu tutulamaz.

ANASAYFA | GÜNÜN HABERLERİ | KÜNYE | REKLAM | RSS