7 Haziran seçimlerinin önümüze koyduğu “manzara”nın tartıştırdığı “restorasyon koalisyonları” sürerken,şöyle bir şey yapacağım. Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı adaylığının tartışıldığı günlerle başlayan “kendim ettim kendim buldum” sürecini, zararın neresinden dönersen kardır sürecine safça bir katkı amacıyla, o dönem yazdıklarımı günaşırı olarak Erdoğan ve Öcalan'ın dikkatine serisi halinde tekraren yayınlamayıhayırlı bulmaktayım..
Arkasından da kısa olmasına dikkat edeceğim sessiz bir seslenme yazısı yazmayı düşünüyorum... Adaylık riski ile başlayalım:
Cumhurbaşkanlığı Riski(21 Nis 2014)
...
Sadece somut dışavurumlar değil hislerim de, “bu adamdan Cumhurbaşkanı olmaz” kışkırtmalarıyla Erdoğan Çankaya'ya itilerek sonuç alınmak istendiği yönünde feryadediyor. 7 Şubat, Gezi, 17-25 Aralık güzergâhından 30 Mart seçimleriyle sonuç alamayan uluslararası ve yerlisi odaklar, bu kez “bu yol” ile sonuç alma hinliğine soyundular.
Oysa; “muhtar bile olamaz” dedikleri adam, sadece Cumhuriyet tarihinin en güçlü Başbakan'ı olmamış, aynı zamanda Cumhuriyet yaşındaki sorununu “kendi yağı” ile çözmek üzere dünyaya meydan okuyarak İmralı'daki son isyan lideri ile aracısız – ve saklamadan– görüşmeye başlayacak kadar Türkiye'nin ilk başbakanı da olmuştur
CHP ve onun kenar örgütü MHP'de mevzilerine yapışmış “iktidar mağdurları”nın asıl derdi budur. Erdoğan bu tuzağa gelmemeli diye alarm veren hislerim iki haftadır peşimi bırakmıyor.
Çünkü bu dikensiz bahçe iktidarı müptelalarına, kaybettikleri iktidarlarına seçimle gelme gibi bir “şans” ufukta görünmüyor... Tek çare AK Parti'nin başını koparmak: “baş giderse gövde kolay yenir” dercesine iblisçe “bundan Cumhurbaşkanı olmaz” ile yüklendikleri anlaşılıyor.
Baş'ın kopmasıyla çıkacak iğne-deliği bir zaafiyetten girilecektir. Buradan diken üstündeki Alevi dinamiği ile sokak, “Başkan Apo'ya Özgürlük” yorganı altında sıkıca-kenetlenmiş ve Öcalan'ın “hayırlı bir cenaze”sine geleceğini bağlamış Kürt devletçiliği dinamiği ilede Dağ hareketlendirilecek. Ve böylece “kurtulunacak” bu beladan...
“F tipi” dedikleri müzmin hasımları ile tek-cephe olmakta hiç beis görmeyen ulusalcı blok, güvenebilecekleri tek “dal”ınkendilerinin gücü değil, kendilerini iktidardan uzaklaştıranlarıngüçsüzlüğü olduğuna esef içinde vakıftır.
Onun için şimdi de, 367 garabetiyle önüne geçmek için ilke yoksunu maharetlerinde sınır tanımayan bu “iktidar müptelaları” yağdan kıl çeker gibi Gülcüolmaya soyunduklarının ayak sesleri gelmeye başladı.
Burada Erdoğan'ın hem en tarihî-ruhsal hem de en güncel-politik mertliği; “haydi hepberaber Gül'ün arkasında olalım” olacaktır – diye düşünmekteyim...
“Haydi bir dönem daha” sloganıyla “benim yapacak – yarıda bırakamayacağım – işlerim var”a yüklenmesidir.
Gül de “mevcut şartlarda bir siyaset planlamam yok” ile bunu demeye getirdi sanırım. Ve “bu şartlarda” Gül siyaset dışı kalma siyasetiyle Başbakan'a köstek olma kaçınılmazlığından kurtularak destek olmaya devam edecektir – diye hissetmekteyim.
Bilinmeli ve idrakten uzak tutulmamalı ki; hedef Erdoğan değil Türkiye'dir, Türk-Kürt ilişkileridir. Tarihteki diğer üç ittifakın toplamı olmaya aday Dördüncü Türk-Kürt İttifakı'nın temel taşlarını döşemekte olan Çözüm Süreci'dir.
Erdoğan Çankaya'ya geçerse bir elle iki karpuz tutma durumunda kalır ve ikisini de düşürebilir. Bu alınmaz bir risktir. Bir yandan Ortaklar'ın kural-kaide-hukuk tanımaz bir “çamura yatma” ile direndikleri başkanlık sisteminin anayasasız uygulaması, diğer yandan “uygar dünya”nın“sen bunu nasıl yaparsın” dedikleri Çözüm Süreci.. 30-40 yıldır “kuluçka” yöntemiyle askeri vesayeti ikame yolunda hayli mesafe almış “paralel yumurta”ların ayıklanması işin cabası...
Kendine güvenmek güzel bir şeydir, sağlıklı bir psikolojik gücün temel dayanağıdır. Bilimsel bilgiye güvenmek ise daha güzel bir şeydir, çünkü psikolojik gücün maddi güce dönüşmesinin tek dayanağıdır. Moral ve bilgi at ve meydan gibidir. Erdoğan Çankaya'ya çıkarsa, çıkamaz denilen bir “yer”e çıkmış olmakla moral bulabilir, ama “meydan”ı kaybetme ağır riski ile karşıkarşıyadır.
Doğrudur, siyaset risk alma sanatıdır da. Ama bazı riskler, alınma riski kabul etmez. Bu risk bu tür bir risktir – diye düşünmekteyim.
Kaldı ki (Erdoğan insandır/fanidir, şeytana uyup hizmet değil kariyer hedefi zaafiyetine yakalandı diyelim) Türkiye'nin icracı başbakanlığı imzacı cumhurbaşkanlığından çok daha ruh besleyici bir “kariyer”dir de.
Söylemekten tasviri zor bir haz ve huzur alırım ki; ben saf bir adamım.
1996 Temmuz'unda Öcalan'a, ölüme hazır 150 civarında militanı önünde “siz örgütünüzde fiilen yasaksınız” dediğimde, Öcalan:
O beni fazla ilgilendirmez. Resmi ApoculukfillîApoculuk herkesin kendine göre çıkardığı bir sonuç. Ama altından çıkamıyorlar. Resmi-fillî ayrımı yaşayanlar kendileri mahvoluyorlar. ... Yapabilirler. Benim adıma daha neler neler yapılacak. Beni durdursalar ne mutlu! Beni böyle önleyebilene ‘bravo' derim.(video kayıtları sağlam duruyor) diye cevapladıktan yaklaşık iki-buçuk sene sonra, İmralı uçağında gözleri açıldığında ne yaşayıp hissettiklerini sadece kendisine saklamakla kaldı ama, ondan bir sene sonra kaleme aldığı ilk tarihî-ve-felesfîsavunmasında şöyle dedi:
On sefer kazanılabilecek bir meşru savunma savaşını bu hale getiren lağım farelerinin ve yarasaların zihniyetine karşı ben ne yapayım? Örgüte karşı yenilmiştim. Çete eğilimi yapıda o kadar duyarsız, sonuç almaktan uzak bir durum yaratmıştı ki, yenilgi asit gibi içimi eritiyordu. Bir İtalyan gazetesine gayri ihtiyari ‘artık örgütten istifa ediyorum' diyecek noktaya gelmiştim. (S.R. DevletindenDemokratik Uygarlığa, 2001, Cilt II: s.97)
Şimdi de kendisine; “bünyesine absorbe ettiği ‘eski kurt' Kürt milliyetçileri/devletçileri (halk ‘tırşıkçılar' der bunlara) ile top-yekûn bir zımnî uzlaşma ileÖrgüt'ün, İmralı'dan çıkacak bir cenazene seferber olmuş durumdadır” demekteyim.
Saf olmaktan aldığım haz ve huzuru, olacak dediğim şeylerin olmasından almıyorum. Tersine uykumu bölen rüyalarıma uzanacak kadar huzurumu kaçırır bu “olma”lar... Olmaması için feryat etmem bundandır.
Erdoğan'a da bundan çağırır, bağırırım...
Doç. Dr. Ali Kemal Özcan