Aslında bugün Mursi’yi yazacaktım. Seçilmiş bir insanın düşüncelerine bakmadan, sırf halk tarafından seçildiği için darbe yönetimi tarafından asılmaya mahkum edilmesinin ne kadar ahlaksızca bir tutum olduğundan bahsedecektim. Darbelerin nihayetinde nasıl da alçak bir şey olduğunu ifade edecektim dilim döndüğünce. Ama vazgeçtim. Vazgeçmek zorunda kaldım. Çünkü birkaç haftadır gerek Adnan Menderes üzerinden olsun, gerekse de Mursi’ye idam kararının çıkmasından sonra olsun Erdoğan’a aba altından sopanın utanıp sıkılmadan gösterildiğini görünce vazgeçtim. “Türkiye Türklerindir” gazetesi Hürriyet’in seçilmişlerin de asılabileceğini ima eden hadsizce manşetinden sonra vazgeçmek zorunda kaldım.
Durum ciddi. Bu seçim bir iktidar seçiminden önce Eski Türkiye ile Yeni Türkiye arasında karar verme süreci. Aslında yaşanan her söz çatışması, her ağır ifade ve tahammülsüzlük Eski Türkiye’nin direniyor olmasından kaynaklı. Bu direnişin Gezi Darbesi’nden farkı yok. Gezi Darbesi de bir nevi Eski Türkiye’nin direniş manifestosuydu. Öyle zamanlardı ki mahalle baskısının devlet baskısından daha korkunç bir şey olduğunu görmemize sebep olan bir hadiseydi. Özgürlük diye sokağa çıkarken başkalarının fikir özgürlüğünün engellenmeye çalışıldığı, sadece kendi fikirlerinin iktidar katında olması gerektiğinin altı çizildiği, Gezi Darbesi’ni eleştirenlerin ise linç edildiği zamanlardan geçtik.
Şimdi ise filmin tekrarını yaşıyoruz. Belki bu sefer “mesele ağaç değil” diyerek sokağa dökülmüyorlar ama “mesele seçim değil” demelerine de ramak kaldı. Mesele bu zamana kadar perde arkasındaki iktidarlarını kaybetmek istememeleri ve dolayısıyla toplumun her kesimiyle eşit bir şekilde yaşamayı kendilerince kabul görmediklerinde yatıyor. Bunun için açıkça hür bir şekilde fikrini söyleyenlere linç girişimlerinde bulunuyorlar, bunun için onlar gibi düşünmek yetmiyor bir de bunu uygulamada görmek istiyorlar, bunun için insanları bir çırpıda silecek kadar da gözleri dönmüş durumdalar.
Kurmuş oldukları mahalle baskısıyla seslerini yükselterek sadece kendi seslerini duymak istiyorlar ve karşı sesleri işitmeye dahi tahammülleri yok. Bir an olsun sessiz kaldıklarında işittikleri farklı seslere karşı fikir yerine hakaretin, küfrün ve aşağılamanın mubah olduğunu sayıyorlar. Fikirler yerine çareyi insanları linç etmede ve tok sesleriyle kendilerinden başka kimsenin bir şey bilmediğini egoist bir tavırla ifade etmekten de çekinmiyorlar. Kaybedecekleri aslında kendi seslerinin duygu sömürüsü altında kıstırılacak olmasının mevzu bahsi değil, kendilerinden başka aşağıladıkları insanlarla aynı eşit haklara sahip olmaktan korkuyorlar. Durdukları yerin konforuna senelerdir alıştıkları için Türkiye’de her kesimin kendisini ifade etmeleri noktasında pastayı eşit miktarda bölüşmelerinin onlara rahatsızlık vereceğini düşünüyorlar.
Yıllardır her alanda ezildiklerini söyleyip vakti zamanı geldiğinde bu ezildiği alanları unutup alkol yasakları için sokağa döküldüklerinde aslında hiçbir şekilde ezilmedikleri ortaya çıkmıştı. Yahut bugüne kadar her türlü hakareti, küfrü umarsızca kendisinden farklı düşünenlere bol keseden sallarken artık karşısındaki kişinin de “dur” demesinden ötürü gözleri dönmüş bir durumda küfürleri ve linç kampanyalarını iki katına çıkardılar. Her ne kadar olaya bu kadar ahlak temelinden yoksun bir şekilde yaklaşıyor olsalar da yavaştan bu topraklarda kendilerinden başka kimselerin de yaşadıklarını fark ediyorlar amma velakin bunu kabul etmiyorlar, kabul etmek istemiyorlar. Kendilerinden başka fikirleri duymaya tahammülleri olmadığı gibi bu fikirlerin de görünür olmasını ve bu fikirlerin ifade edilmesini de özgürlüklerin kısıtlanması olarak görüyorlar.
Evet pek duymaktan ve görmekten memnun olmasalar da, farklı fikirdeki insanların da bu topraklarda yaşadığını kabul etmeseler de, kendisinden farklı düşünenlerin fikirlerini ifade etmelerini özgürlüklerinin kısıtlanması olarak görüyor olsalar da, kendilerine karşı fikir olarak söz söyleyenleri hakaret etmiş gibi muamele gösteriyor olsalar da, belki şimdi söyleyeceğim cümleyi Amerika’nın keşfi gibi şaşkınlıkla “nasıl olur” gibilerinden anlayacak olsalar da 7 Haziran’a gidip oyumu AK Parti’ye vereceğim. Sizin anlayacağınız dilden konuşacak olursak da damga mührünü ilk fırsatta kırmak istediğiniz o ampule basacağım.
İşin doğrusu açıktan açığa CHP’yi ve HDP’yi savunduğunuz zaman her nasıl oluyorsa “tarafsızlık, objektif” ilkeleri arasında savunurken AK Parti’ye oy veren, AK Parti’yi savunan kişileri “satılmış, yandaş” olarak ifade ettiğiniz için küfür etmekten başka çarenizin kalmadığının farkındayım. Toplumdaki bilinç seviyesini kendi fikrinizle örtüştüğünde “süper” olarak yorumlayıp kendi fikrinizin dışına çıktığında ise “cahil, makarnaya oy veren” olarak değerlendirdiğiniz için ne yazık ki bir türlü sahici olarak Milletçe Alkışlanamayacak ve yine kaybetmeye giden bir yolun yolcusu olmaktan da öteye gidemeyeceksiniz.
Her ne kadar umudunuzun bittiği noktada bugüne kadar canhıraş savunduğunuz Kemalizm’in yansımasını Kemalizm’den çok çeken bir halkın partisinde refleks olarak gördüğümüz “Seni Başkan Yaptırmayacağız” söylemi sizin için bir kazanım olsa da Doğan ve Paralel Medya ortaklığıyla yapmaya çalıştığınız algı operasyonu, sesini duymaya dahi tahammül edemediğiniz ve “cahil” diye nitelendirdiğiniz o insanları etkilemeye yetmeyecek. O insanlar her ne kadar şuan sessiz bir şekilde bekleyip aşağılamalarınıza sadece “dur” diyor olsalar da vakti geldiğinde sesleri en az sizin kadar çıkacak ve belki de Eski Türkiye’nin direnişçileri olarak kaybettiğiniz gün de o zaman olacak.
CHP’yi, HDP’yi, MHP’yi bile en doğal hakkınız olarak açıktan açığa savunmanız sizin için “dürüstlük, ilkelik” kavramları altında değerlendirilse de AK Parti’yi savunmak sizin için “cahillik, aşağılık, beyni yıkanmışlık” altında değerlendirilmesi bile çoktan kaybettiğinizin bir göstergesi. “Oylar çalınıyor” derken aslında çalınmasa AK Parti’nin iktidar olamayacağını ima etmeniz ne yazık ki sizi AK Parti’ye oy veren halka “aptal, cahil” derken içine düştüğünüz çelişkinin esiri olmaktan da kurtaramıyor.
AK Parti dışındaki tüm partileri ilkeleriniz, fikirleriniz adına savunurken AK Parti’yi savunan birine “satılmış” demeniz sizin belki de ne kadar tutarlı olduğunuzu gösteriyor. Nihayetinde AK Parti’yi savunan biri olamayacağını, savunmanın mantıksız olacağını ima ederek de kazanabileceğinizi düşünüyorsunuz. Zaten AK Parti’ye oy veren toplumu anlamadığınız ve anlamaya uğraşmadığınız için de yeniden kaybedeceğiniz bir seçime doğru uzun ince bir yolda yürüyorsunuz.
Pek hoşunuza gitmese de artık bu ülkede sizin seçtiğiniz zümrenin iktidara gelmeden dedikleri olmuyor. İktidarları halka rağmen sizin belirlediğiniz günler de geride kaldı. Aynı oy adedine sahip olduğunuz o hoşunuza gitmeyen insanlarla birlikte bu ülkede iktidar belirleniyor artık. Ve her şeyden her ne kadar gizli kapılar ardında bu ülkeyi seçilmiş iktidara karşı yönetmeye alışkın olsanız da Yeni Türkiye’de seçilen iktidar dışında kimse ülkeyi yönetmiyor. Bundan böyle de atadığınız kişiler seçilmişlere rağmen bu ülkeyi yönetemeyecek. Yeni Türkiye’de en fazla yapabileceğiniz şey vicdanınız elverirse Eski Türkiye’deki bu anılarınızı kitaplaştırmanız olacaktır.
Kitabın son sayfası 7 Haziran. Ondan sonrasını yani Yeni Türkiye’yi duymaktan pek haz etmediğiniz, her fırsatta aşağılamaktan geri kalmadığınız, utanarak aynı oy adedine sahip olduğunuzu belirttiğiniz, hakaret ve küfürlerle sindirmeye çalıştığınız bu halk yazacaktır. Ve o halk Erdoğan’a ise sayfalarında başkan olarak yer verecektir…