Doğu ve batı diyalektiği ne kadar farklı, en az gece ile gündüz kadar hem de... Doğmamış çocuğa yazılan mektupları okuyorum doğudakiler umut, ışık dolu... Batılılar; korku ve endişe... Ya istemezsen dünyaya gelmeyi gibi sorularla kaygılı... Güya savaş ve zulümlerin olduğu dünyaya gelmeyi istemezmiş çocuklar...Halbuki dişsiz kardeşini yiyen, hazine avcılığı için egzotik doğu limanlarına yüzyıllardır yelken açan batı değil mi sanki ? Kendileri yapıp kendileri tiksiniyorlar ellerindeki kandan, Lady Macbect gibi...
Ellerinizle inşa etmediniz mi sömürge medeniyetini sanki ? Göçmen ülkesi diye lanse ettiğiniz Kızılderili soykırımı ve asimilasyon üzerine kurulan ABD mesela... Şimdi de göçmenleri istemiyormuş ya... İşte sizin çocuklarınızın gelmek istemeyeceği dünya...Alkolle uyuşturucuyla karanlık pek çok tehlike ile çevrili...
Mistik doğu ise tütsülenmiş büyülü yoksulluğun romantizmi ile hoş geldin der her yeni çocuğa, İlahi bir armağan olarak görür onları, Rabbin ümit kesmediğinin en güzel kanıtıdır insanoğlundan bu günahsız gelişleri çünkü...
Ve hemen her kültürde masallarla ninnilerle en güzel temenniler en hoş rüyalarla kurmaca bir sanallıkla zihinleri şekillendirilmeye, iyi- kötü kavramları oluşturulmaya çalışılır çocukların... Bu yüzdendir tüm masalların mutlu sonla bitmesi... İyilerin (gerçek dünyanın aksine) hep kazanması, kötülerin hemen cezalandırılması ya da pişman olması bundandır...
Oysa Esed konusunda... Kanlı diktatörün sonu geldi mi sorunsalında...
Oscar Wilde' ın Yıldız Çocuğu geldi aklıma...
Zulüm bir şekilde devam eder diyor ya yazar, karamsar biter bu masal birazcık...
E olacak o kadar yapma masal o... Zalimin boş kalmaz koltuğu biliriz, dünyadaki hazin tecrübelerimizden... Hele tüm dünyanın gözünün olduğu Ortadoğu' daki ayak oyunları hiç bitmez, biliyoruz...
Bir şekilde devam eder, ışıkla karanlığın dansı...
Ne masal ama... Sürrealist bir karabasan sanki...
Nüket Belsan Taşören