Yaşayabileceğimiz tek bir hayatımız olduğundan farklı hayatları tanımak bazen empati yaparak kendi hayamızın tek düzeliğinden kurtulmaya çalışırız . Dedem Korkut'tan itibaren böyledir bu durum . Bazen bir köyde kıraathanede, Battal Gazi veya Tahir ile Zühre'yi dinlerken mum ışığında ya da gaz lambasında küçük , tatlı hayallere dalar insanoğlu…
Masallar , destanlar, romanlar… Hayatımızın bir köşesinde yer alır yüzyıllardır… Edebiyat tarihine baktığımızda pek çok yazarın ahlakçı olduğunu görürüz.Edebiyatın işlevselliği, eğlendirirken aynı zamanda öğretmesidir…Bazen Rus edebiyatında aldatma- aldatılma teması işlenir, insanın yalnızca kendisini kandıracağı vurgulanarak… Bazen Necip FAZIL ‘da olduğu gibi YÜKSEK AHLAK FELSEFESİ ele alınır… Kurmaca, yazarın iç dünyasını yansıtır, yalanlar üzerine kurulur edebiyat , estetik profesyonel yalanlardır bunlar…Hani masallar ve destanlar da milletler için öyledir ya; nasıl hayal ediyorsa öyle anlatır bir millet kendisini edebiyatında… Tıpkı insanlar gibi… İnsanlar da böyledir…Birisi yalan söylüyorsa psikolojik tahlil açısından dikkatle kulak verip incelemek gerekir… Kişinin kendisini nasıl hayal ettiğinin ipuçlarını ele verir bu, en azından… Tıpkı yeni konuşmaya başlayan bir çocuğun renkli küçük hikayeleri gibi… Milletlerin psikolojisini bilinçaltını da kurmaca dünyaları yansıtır… Nasıl hayal ediyorsa öyle anlatıyor milletler kendilerini, anlattıkları ile dev aynasında karakteristik özelliklerini görmek mümkün oluyor… Ne de olsa dervişin fikri ne ise zikri de o… Yazarların psikolojisini aldığı eğitimi sosyal çevresini bile dolaylı da olsa yansıtır kurduğu anlattığı hayaller…
Bu çerçevede şu soru akla gelebilir: Tüm edebi eserlerde anlatılanlar mı toplumu etkiliyor yoksa anlatılanlar toplumun bir aynası olmaktan öte değil mi ? Yaşanan ahlak erozyonuna bir müsebbip arayacak olursak bir sorumluluğu var mı tv ‘nin, tv'de yayınlanan dizilerin ?
Yönlendiriyor mu şair ve yazarlar toplumu ? Tanzimat'tan itibaren bakacak olursak : Evet… Kimi görüşlerin öncüsü olduklarında görebiliriz söz konusu etkiyi… Tv dizileri bazen klasiklerden uyarlanıyor konu sıkıntısından olsa gerek… Toplumdaki ahlak erozyonuna bakıp da bu dizileri kimi olumsuz olayları normalleştiriyor diye eleştirenler oluyor. Tv toplumun aynası, olanı izliyoruz izledikçe de benzerlerini yaşıyoruz ister istemez , şeklinde düşünenler de az değil… Karşılıklı bir etkileşim var toplumla tv arasında, bunu yadsıyamayız… Dizilerde empati çok önemli yalnız, örneğin Aşk - ı Memnu ‘da yazar aldatanı büyük bir vicdan azabıyla baş başa bırakıyor. Cezalandırma yöntemi budur yazarların… Fakat dizide müzik ve efektler ile sanki yakalanmamaları için empati yapılınca işler değişiyor. Edebi eserler hep iyiden güzelden doğrudan yana olmalıdır . Söz gelimi bir hırsızla empati yapıyorsak bu eser amacına ulaşmaz. Amaç ruhu yükseltmek ve yüceltmektir edebi eserlerde. Sempatik hırsızlar, sevimli katiller tv ‘ nin büyük açmazlarından bence… Seyircinin kiminle empati yaptığı çok önemli çünkü… Gayrimeşru ilişkileri normal gibi yansıtması, suç ve suçluya sempati uyandırması sinsi tehlikeler arasında, bilinçaltı bunlarla doluyor zamanla, bunu toplumsal yaşamımızda net olarak görmek mümkün…
Ne tv ne edebiyat bir misyoner gibi direkt eğitmek öğretmek üzerine kurgulanamayacağına göre çözüm ne olmalı ? 25. kare ve subliminal mesajlar nasıl reklamlarda profesyonelce kullanılıyorsa aynı yöntem ve teknikler olumlu işlevleri ile hayatımızda olabilir bence . Yeter ki talip olalım bu yola, yüreklendirdiğimiz gençler estetik pofesyonel yalanları çok da ahlaki boyutlarda tv'lere taşıyabilirler, ben onlara inanıyorum…