1,5 milyar nüfusuyla Çin'in Şükrü Saraçoğlu stadyumunun her santimetrekaresini kapsamış olduğunu düşünün. 105x65m2'lik alanın her santimetrekaresine bir kafa düşmüş olsun ve zavallı yuvarlak top hiç boş alan bulamadan insanların kafasından, omuzundan, ayaklarından sekip dursun. Fenerbahçe-Bursaspor maçının ilk 45 dakikasında lekesiz ve günahsız yuvarlak topun seyir defteri böyleydi.
Son günlerde kimi meşhur yorumcular dillerinden “kalite” sözcüğünü düşürmez oldular; Nani ve Van Persie adlarını kalite kavramıyla özdeşleştirdiler. Kalite; doğrudan bir meta ve mal olgusuna işaret ettiği için, doğrusu, sözcük dağarcığımda çok da sevimli bir yere sahip değil.
Nani ve Josue dahil, ne Fenerbahçe'li ne de Bursaspor'lu hiçbir oyuncu kendisine atılan topu tek hamlede kontrol etme becerisi gösteremedi; yine Josue ve Nani dahil, ne Fenerbahçe'li ne de Bursaspor'lu hiçbir oyuncu kendisine atılan topu kontrol edip, pozisyon içindeki oyuncu arkadaşının “doğal” tarafına pas atma yeteneği gösteremedi. Şimdi Tanrı aşkına siz söyleyin; kalite bunun neresinde. Bence burada kalite yok, üstelik düpedüz kalitesizlik herşeye hakim.
Futbol oyunu, özü itibarıyle, pas ile oynanan bir oyundur. Pasın kontrolü, pasın en doğal alana, en doğal biçimde atılması, atılan pasın ritmi ve bütün pasların döngüsel temposu olmadan bir takımın oyunundan sözetmek pek mümkün değil. Pas, pasın ritmi, pasların döngüsel temposu öğrenilip, öğretilebilir eylemlerdir.
Esasen, futbol oyununun bütün aksiyonları öğrenilebilir ve öğretilebilir niteliktedir. Sürekli tekrarlarla oluşturulan kas hafızası, bilince ihtiyaç duyulmaksızın, bütün hareketleri otomatikleştirir. Beden tam bir otomasyona dönüşmüşken, bilinç oyunun talepleri ile ilgilenir. Dolayısıyla doğru pas, zamanlamalı pas, doğru kontrol ve doğru seçenek kararı sorun olmaktan çıkar.
Futbolun kadim doğruları bütün bunları vaadedip söylerken, Şükrü Saraçoğlu stadında gözlerimizi kamaştıran bu tuhaf, tuhaf olduğu kadar titrek, titrek olduğu kadar kambur, kambur olduğu kadar dar görüşlü oyuncuları hangi düzeyde ve hangi nedenle o estetik ve akli oyunun aktörleri olarak konumlandırabiliriz ?
Afedersiniz ama bu kötü itiş-kakışı bana oyun diye yutturamazsınız. Berbat ve estetikten yoksun “kalkışmalarınız” benim nezdimde futbol değil, “fitbol” da değil olsa olsa dikdörtgenin beşinci kenarıdır (karmaşık iktisadi ilişkilerin irademizin dışında şekillendiğini biliyoruz, ama doğrusu hepi-topu 105x65m2'lik alanda şekillenen futbol oyun-içi ilişkilerinin irademize rağmen, irademizin dışında biçimlendiğini bilmiyorduk.).
Bu oyun yahu!
Yani insanoğlunun bildiği ve egemen olduğu en iradi eylem.
Sınırda bir not: Bu oyunların sistemsizliği nedeniyle bir meşruiyetleri yok ve bir oyun meşru değilse, o oyunu oynayan oyuncuların performanslarını değerlendirmek de meşru olamaz.