Bu yazı Hale Özgür Kıyıcı'nın 8 kasım 2010 tarihinde kaleme aldığı yazısıdır...
BALYOZ ve FIRTINA
BALYOZ
Halaskar gazi Cad.214/8 Suat Derviş'le beraber yaşadığımız bu ev 12 Mart anıları ile doludur. Radyoda arananlar listesinin anonsunu yarıda bırakarak Başbakan Nihat Erim'in “.. Bunların başına bir Balyoz gibi ineceğiz.” anonsunu o dönemi yaşayan herkes hatırlar.
Daha dün kadar kısa bir süre öncesinde şiirleri yasaklı ve komünist kimliği unutturulmaya çalışılan Nazım'ın “…sen yanmasan/ben yanmasam/nasıl çıkar karanlıklar/aydınlığa…”şiirini Tv ekranlarında döktürü veren paşamızda az daha Balyoz gibi inecekmiş başımıza….
Bu paşalardan biri de çıkıp “..evet darbe yapacaktık ama beceremedik” deme cesaretini gösterebilse.Bu cesareti gösterenleri tarih kahraman yazar zahir. Unutmayın, kıvırtanları ise korkak. Nerde sizlerde o yürek! Ancak erk elinizde ise denizli horozu kesilirsiniz, sonrası süt dökmüş kedi… Büyüklerimiz der ya, kaçanın anası ağlamazmış. Durumunuz aynen bu…
Bunların hayatı hep rövanş almak isterisiyle geçmiş. 27 Mayıs'ın rövanşını almak için sermaye ile beraber ava çıkmıştı 12 Mart uygulayıcıları, faşistler.. Gazetecileri, milletvekilleri, sendikacıları, öğretim üyelerini, T.İ.P sini kapatıp belli üyeleri hapishanelere yollamıştı. Göz gözü görmüyordu. 12 Mart'ı meşrulaştıracak provakatif eylemler gerekli idi. İşte İsrail Başkonsolosu Elrom böyle bir dönemde kaçırıldı ve öldürüldü. Eylemciler bakımından subjektif ‘niyetin' farklı, objektif konumun/yansıma-nın farklı olduğu bir durum yaşandı. Hapishanelere atılan ‘solcu'lar için artık ikna edici bir gerekçeleri vardı. Darbe meşrulaşmıştı…
Elrom Anti-Faşist bir adamdı. Nazi kasabı Eichman'ı Arjantin'den getirerek yargılanmasını sağlamıştı. İsrail'in böyle bir adamın konutunu dinletmemesi, devletin Başkonsolosun güvenliği için kontrol mekanizmalarından yoksun bırakmasını kabul etmek mümkün mü? Diyebiliriz ki, CIA-MOSSAD-MİT politik çıkarları uğruna feda edebilmiştir İsrail Başkonsolosu Elrom'u.
BALYOZ gibi inmişlerdi. Bu Balyoz harekâtında verilen emirleri fazlası ile yapan kapıkulları da vardı. Sonrasında bu kapı kullarını teker-teker temizlediler. En büyük sırdaşlarını yok ettiler.
Elrom olayının da görüldüğü davanın Sıkıyönetim savcısı, Naci Gür. Bir gün geldi arabasının içinde ölü bulundu. Sırları ile beraber.
İstanbul Emniyet Siyasi Şb. Müdürü, Ilgız Aykutlu. Elrom'un öldürülmesini ve kaçırıldıktan sonra saklanılan evi 8 gün önceden emniyet ve MİT yetkilileri biliyor ama elini bile kıpırdatmıyor. Ilgız Aykutlunun bu kaçırılma operasyonunu adım-adım bildiği 27 Mayıs darbecisi ve MİT'in yapılandırılma-sında büyük emeği geçmiş, 12 Mart döneminde Banka soygunlarından elde edilen paraları alıp Almanya'da Numan Esin'le beraber nakliyat firması kurup gencecik insanları hapishanelere yollayan İrfan Solmazer tarafından açıklanmıştır. .Sıkıyönetim Komutanlığınca aranan ve yakalanıp gözetim altına alınanlar arasında beline taktığı çifte tabancayla dolaşan –ki boş olduğu denemeyle anlaşılmıştır- Ilgız Aykutlu.. O da sırları ile öldürüldü. 05.02.1979. Abdi İpekçi'nin öldürülmesinden 4 gün önce. Ölümü kaynadı gitti… Tabii bildiği her şey ile birlikte…
Balyoz gibi kafamıza inen 12 Mart'ın Başbakanı Nihat Erim, Dragos'ta anılarını yazarken, Kızıldere katliamının kontr-gerillanın işi olduğunu yazdı. 20.Temmuz.1980 öldürüldü.
Ziverbey işkence hanesinin generali Memduh Ünlütürk, sıkı bir şekilde koruma altında iken kapısına gelen üç subay üniformalı tarafından öldürüldü. İstihbaratçı Ünlütürk'e rahatça yaklaşabildiler ise demek ki katilleri ile geçmişe dayalı bir dostlukları mevcuttu.
Hiram Abas, vd..
İşte böyle beyler; kullanırlar ve sonrada akıbetiniz bu yukarıda saydığım zat-ı muhteremlere benzer. Ne demişler.. İki kişinin bildiği sır değildir.
Bu darbecilerin yapacakları operasyonlara verdikleri isimler 12 Mart darbecilerini hatırlatıyor. Ve gülüyoruz ağlanacak halimize.
Nihat Erim İsmet İnönü'den aldığı yetkiyi 4 ay kullanabilmişti. Balyoz da Fırtına I, Fırtına 2 de bu dönemde idi.
Bu darbe iddiası diye ortalıklarda tartışılan her şey, geçmiş deneyimler göstermiştir ki satır-satır doğrudur. Paşalar hala iç-dış tehlikeler diye konuşabiliyorsa, kendi halkına silah çekmeyi vatan savunması diye görebiliyorsa geçmişten hiç ders almadıkları bellidir. Ve durum tespitleri bile zekâ zafiyetleriyle dolu… Dünya eski dünya değil. İnsanlarımız vatandaş olmanın bilincine daha çok sahip. Bilinmesi gereken gerçek şudur;12 Eylülden sonra darbeciler tepkileri iki gün beklemişlerdi. Açıklamaları böyle. Artık günümüzde böyle hallerde tankların üzerine fırlayacaklar zannettiklerinden de çoktur. Militarist hezeyanlar artık sona ermelidir. Ülkenin sahibi sadece üniformalılar değildir. Geçti o kabuller. Eskidendi. Geçti. Üstelik anlamak ve anlatabilmek için Cervantes becerisine de sahip olmak gerekmiyor. Bu ve benzeri filmi soğuk savaş şartlarındaki az gelişmiş ülkelerde çok gördük. Nerdeyse gözümüz kapalı her sahneyi anlatabiliriz.
Vatandaşlık bilinci, şöven, çağdışı militarizme geçit vermeyecektir.
FIRTINA
12 Mart Halaskar gazi Cad.214/8 Suat ablanın evindeyiz. Oğlumuz Sinan Taylan'a 7 aylık hamileyim. Kaçağız. İsrail Başkonsolosu Elrom'un bulunması için İstanbul'da tüm evler teker-teker aranacaktı. Sokağa çıkma yasağı vardı. Herkesin köşeye sıkıştığı an. Fırtına adı verilmişti bu operasyona.
Suat ablanın önerisi ile geceyi Şişli Etfal hastanesinde geçireceğiz. Mustafa Lütfi ise Karacaahmet mezarlığında. Suat ablanın tüm ısrarlarına rağmen Mustafa Lütfi bizim güvenliğimizi tehlikeye atmamak için mezarlıkta kalmak üzere yola çıkmıştı.
Suat ablanın önerisi ile doğum sancım varmış gibi hastaneye gittik. Doğum sancısı olmadığını doktor anlamıştı. Ama Suat abladan kurtuluş yoktu. Sokağa çıkma yasağını bahane edip, yaşlı bir kadının gelini ile beraber nasıl gelinebileceğini anlatıp duruyordu doktora. Doktor; Yazar Suat Derviş olduğunu anlayınca beni 1 günlüğüne kontrol altında tutmayı kabullenmişti. Odamız bile vardı artık. Dr. Şefik Hüsnü beyin eşi Madam Leokodya bizi merak edip oda hastaneye gelmişti. Madam Türkiye'deki darbeyi öğrenince Dr.un mezarına bir şey yaparlar diye Polonya'dan kalkıp gelmişti. Eve dönmeyi reddedip o da bizimle hastanede kalmıştı. Beyaz dantel şapkası, eldivenleri ile hastane koridorlarında dolaşmaması gerektiğini bir türlü anlatamıyordu Suat abla. Adını hiç unutamayacağım cerrah Tunç Bey nöbetçi idi. Kadın-Doğum uzmanı yerine bu doktor bizimle ilgileniyordu. Sanırım Suat ablanın politik kimliğinden de haberdardı. Bize çay bile ikram ettirmişti.
Bu sıkıntıları yaşarken gerçekten sancılandım.
FIRTINA operasyonunu böyle atlatmıştık. İsrail Başkonsolosu Elrom Nişantaşı'nda bir evde ölüsü bulunmuş, Elrom'u kaçırırken sardıkları o evden çıkarken unuttukları askeri hurcun sicilinden yola çıkarak failler bir-bir yakalanmaya başlanmıştı. Bu davanın 256 sanığının büyük kısmı Hava kuvvetlerine mensup subaylardan oluşuyordu.
12 Mart'ta Haydarpaşa askeri hastanesinin bodrum katında bulunan tutuklu mahkûm koğuşunda Hv. Pilot Üstteğmen de tutuklu idi, kapıdan giren her rütbeliye tekmil verirdi. Bir gün Yzb. Orhan Savaşçı'dan (Mahir'in eşi Gülten Çayan'ın ağabeyi) azar işitmişti. Mahir'in annesi Naciye teyzeyi helikopter ile Kızıldere'ye götüren kişi idi. Hava kuvvetlerinin tüm imkânları ellerinde iken bu subayları durduran neydi diye çok sormuşumdur kendime.
Yani şimdi ismi geçen FIRTINA paşanın eski Hava kuvvetleri komutanı Muhsin Batur'dan öğrendiği çok şey olmalı. Nede olsa genel komutanı. Belki 12 Mart'ın meşhur kayıp Yüzbaşısı İlyas Aydın uçuş komutanı mı devre arkadaşı mı?. Merak ettim acaba Fırtına Paşa 12 Mart'da nerelerdeydi? Görev yeri neresi idi?
Hale Özgür Kıyıcı
hmkiyici@hotmail.com