Sen,
2001 yılında çıkmış olduğun bu yolculukta partini hemen bir sene sonrasında iktidara tek başına getirdiğinde Türkiye'de bir şeylerin değişeceğine olan inancınla aslında başarmaya başlamıştın. Demokrat Parti geleneğinden sonra belki de ilk kez tarihe geçecek olan “Yeter Söz Milletindir!” sözünü icraata dönüştürdüğünde yaşananlara inanmamak da haklıydın. Çünkü bugüne kadar ezilmiş, bugüne kadar sesin kıstırılmış ve bugüne kadar yok sayılmanın mağduriyetiyle ezilenlerin, sindirilenlerin ve zulüm görenlerin iktidarını oluşturmuştun.
Sen,
Geçtiğimiz Pazar günü partin tek başına iktidardan düştüğü gün partin muazzam bir siyasi olgunlukla özeleştiriye başladığında aslında vermiş olduğun mesajın ve 13 sene de katledilen her bir kilometre taşının ne anlama geldiğini çok iyi anlamıştın. Belki de bugüne kadar sana en fazla yöneltilen “aşağılama” sözlerine karşı Genel Başkan'ının balkon konuşmasında tüm o duygusal çöküntüye rağmen Genel Merkezi'nin meydanını doldurmuş “Biz buradayız ve siz ilkelerinizden sapmadığınız müddetçe de burada olmaya devam edeceğiz” mesajını verirken çoktan kazanmıştın aslında. Kaybederken kazanıyordun belki de. Meydanda balkon konuşmasını dinlerken yanındakine, arkandakine bakıyor “Evet partim artık bir dava partisi oluyor” düşüncesini aklından geçirmeden edemiyor ve kalbinden geçen “Bu şarkı burada bitmez” cümlesinin ne manaya geldiğini o gün çok iyi anlıyordun.
Sen,
Farkında mısın bilmiyorum ama 2002'de Güneydoğu'nun tek talebi olan “OHAL'i kaldırın, başka bir şey istemiyoruz” sözünden Kürtçe seçim propagandalarına, Barış Süreci'ne, Kürtçe Kur'an basımına kadar genişleyen haklara ve inkarı, asimilasyonu bitiren kendi partinin reformlarıyla gurur duyuyor, Çözüm Süreci'ni başlatan ve belki de bunun kurbanı olan partinin başarılarıyla övünüyor, samimiyetini bir kez daha gösteriyordun. Öyle ki kendi için de dahi çıkan seçim sonuçlarından sonra duygusal bir refleksle “Kürtlere” yönelik nefret söylemine karşı çıkıyor, partidaşlarını uyarıyor ve Eski Türkiye'nin söylemlerini kullanmamanınız gerektiğini anlatıyordun. Bu siyasal olgunluk ve bu samimiyet neticesinde aslında bir nevi “daha gidecek çok yolumuz” var mesajını da vermiş olmuyor muydun?
Sen,
Belki de her şeyden önce baldıran zehri içerim diyen, İtalyan gazetesinin seçim sonucunun ertesi günü “1000 yılın Selahaddin Eyyubi'si devrildi” manşetini atmasına sebep olan Ortadoğu'da mazlum halkların sevgilisi haline gelen bir lidere sahiptin. Türkiye'deki muhalefet ve muhalif basın muhtemelen dünya üzerinde oyla devirdikleri tek diktatör olarak tarihe geçen liderine nefret kusuyorken ve dolayısıyla sonuçlar neticesinde zil takıp oynamadıkları kalmışken Batı aslında olayı çok iyi çözümlemiş, bu bayramını kutlamakla meşguldü. Üzüntün belki biraz bunaydı tahminimce. Barış için baldıran zehri içerim diyen, tüm siyasal riskini üzerine alarak Barış Süreci'nde kararlı bir şekilde yürüyen liderin hiçbir zaman %1-2 oy fazla alabilmek için “Türkiye Türklerindir” gazetesinin kurmaylarıyla buluşmamış, 13 senedir sayısız seçim kazanan bir lider olarak hiçbir zaman seçimin ertesi günü “hepiniz bu ülkeden defolup gideceksiniz, keleşleri size çevirmesini çok iyi biliriz” diye ırkçı ve şiddet temalı bir konuşma yapmamıştı. Sadece seçimden 24 saat sonra yaşananlar bile birilerinin kazandıklarını sanarken kaybettiklerinin senin ise çoktan kazandığının habercisi değil miydi?
Sen,
Birileri çıkıp “eşit şartlarda mücadele etmiyoruz” derken, güdümünde oldukları silahlı örgüt ve artık canları sıkıldığında dahi kronik bir vakaya doğru giden silahlara sarılırken acaba kim eşit şartlar da mücadele etmemişti? Bunu da çok iyi biliyordun. Öyle ki seçimden iki gün sonra güdümünde oldukları silahlı örgüt Diyarbakır'da Aytaç Baran'ı katlederken bu örgütün siyasal uzantısının liderinin seçim dönemi boyunca sevgi pıtırcıklığının dibine batıp artık resmi yayın organları haline gelen CNN'de saz çalarken ki sempatikliğinden eser yoktu. Güneydoğu'da senden de kayan oylar neticesinde oylarını yükseltmiş bir partiye senin mesajın “artık silahları bırak, Meclis'tesin, demokratik siyaset yap” demenin ötesinde bir şey değildi.
Sen,
Muhtemelen 13 seneden sonra artık kimilerine göre “cahil, oyunu makarnaya kömüre” satan biri değildin her nedense. Bir günde zeka fışkırmasının tarihini yazmıştın. Çünkü sonuç onların istediği gibi olmuştu ve onların istediği bir sonuçta da senin zekandan şüphe etmemişlerdi. Hatta bakacak olursan ilk defa bir seçimde ne elektrikler kesilmiş, ne çöplerden yanmış oy pusulaları çıkmıştı. Çünkü onların istediği sonuç olursa her şey adil, olmazsa ise ülke adaletsizlikten yanıp kavrulan bir yer haline geliyordu.
Sen,
Kendin dışında birçok kişiyi temsil ediyordun asla ve bunun da farkındaydın. İsrail'in zulmüne direnen Filistinlileri, Firavun Sisi'nin katlettiği Mısırlıları, Somalileri, Budist soykırımlara maruz kalan Arakanlı Müslümanları, Diktatör Esed'in bombaladığı Suriyelileri, Bosna Herseklileri, Doğu Türkistanlıları, Afrikalıları ve dünyanın dört bir yanında sesleri susturulmaya çalışan tüm mazlumları temsil ediyordun. Tüm dünyaya baktığında bu mazlumların yanında Türkiye ve Erdoğan'dan başkası var mıydı sanki? NYT'nin “Erdoğan'ı durdurdun”, The Economist'in “Oylar HDP'ye” çağrısı bir tesadüfün ötesinde kurgulanan oyunun bir parçası değil miydi? Ne mutlu ki “Dünya 5'ten Büyüktür” diyen ve tüm dünyanın durdurmaya çalıştığı bir lidere sahipsin. İşin enteresan tarafına bakacak olursan “komşularımızla kavgalıyız” diye algı operasyonları yürütenlerden çıt yok şimdi. Çünkü Şimon Peres'in seçim sonuçlarından duyduğu mutluluk ve Amerikan Büyükelçisi'nin yapmış olduğu “Türkiye'nin bundan böyle yurtta sulh cihanda sulh dış politikası ” yürüteceğini ifade etmesiyle komşularımızla bir anda gül gibi geçinir olmuştuk. Sırf bunlar bile Türkiye'deki bu çok sevimli grubun kendi iradeleri dışında kimlerin iradelerine hizmet ettiğini göstermiyor muydu?
Sen,
Hep oynanan oyunlarla iradesi kırılmak istenen değil miydin? Partin iktidara gelmiş olsa dahi üst akılın oynadığı oyunlar hiçbir zaman son bulmadı ki şimdi son bulsun. 2007'deki Cumhuriyet Mitingleri, 2009'daki parti kapatma davası, 7 Şubat 2012'deki MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması, Haziran 2013'teki Gezi Darbesi ve son olarak da 17-25 Aralık 2014'deki Paralel Yapı Darbeleri üst akılın Türkiye şubeleri tarafından gerçekleştirilmek üzere kurgulanmıştı. Hedef liderin olan Erdoğan ve dolayısıyla sendin. Ama tüm oyunları boşa çıkarmakla kalmadın kendi iradenin dahi üstünde bir performans göstererek “ben halkım benim dediğim olur” söylemini bu topraklara kazıdın. Hatta baksana son iki aydır “Seni Başkan Yaptırmayacağız” sözünden başka pek de bir cümle bilmeyen Selahattin Demirtaş'ın seçimden sonraki ilk cümlesi 17-25 Aralık Darbeleri'ndeki paralel tetikçilerin de sık sık kullandığı “Adil bir şekilde yargılanacaksınız” olmadı mı? Peki şimdi 13 senede bu kadar oyun oynanan bir ülkede bir seçim sonucuyla oyunlar bitecek midir sence? Yoksa bu oyunun devamında gidecek olan süreç yine Erdoğan'ın hedef alınmasından başka ne olabilir?
Sen,
Partin tek başına iktidardan düşerken dahi öyle bir irade örneği gösterdin ki 1. olan partinin en yakın rakibine atmış olduğu farkın %16 olması bu ülkede partinin geleneği ve davası dışında kalınarak bir şey olamayacağını da göstermiş oldu. Aslında bakma onlar da bu şekilde bir sonucu beklemiyorlardı. Şimdi ise madem böyle bir sonuç çıktı meydanlardaki ve seçim dönemi boyunca ki ittifaklarını resmileştirerek üçü bir arada koalisyonu dahi kurmayı beceremiyorlar. Kurdukların da paralel yapının ve dolayısıyla üst akılın kendilerine vermiş oldukları görevleri bir bir yerine getirmek için de fırsat kolluyorlar. Öyle ki partin belki de en fazla eleştirildiği konu olan “tek adam partisi” olmanın dışına çıkarak ve hatta Erdoğan'ın genel başkanlığının son kongresinde yapmış olduğu “Bu parti tek adam partisi değildir, bir dava partisidir” söylemi artık bir gelenek haline gelerek ve partin artık çok hayırlı bir dava haline dönüşerek ülkede siyasal ve ekonomik istikrar bozulmasın diye elinden geleni yaparak hükümet kurmanın tarafında yer alıyor. Diğerlerinin hükümet kurma gibi bir niyetleri olmadığı gibi muhalefet konforlarının da rahatsız olmasından pek hoşnut değiller.
Sen,
Seçim akşamı telefonuma sayısız endişeli mesajlar yağdırarak “ne olacak şimdi?” sorularını yöneltirken aslında içinde bulunduğun duygusal durumun Yeni Türkiye'nin en büyük mihenk taşları olduğunu fark ettin. Dün kazanandın, bugün kaybetmiş değilsin, yarın da kazanan sen olacaksın düşüncemi pekiştirmeme vesile olansın.
Sen,
Unutmamak lazım ki senin kararın her şeyin üstündedir. Sen sandıkta ne karar verdiysen bu karar tartışılamaz, tartışılması teklif dahi edilemez. Senin kararının tartışılması demokrasinin tartışılması anlamına gelir. Senin kararını geçmişte tartışanların bu ülkede seçimlere her daim girip de belli bir kemik oyun üstüne çıkamadığının en büyük farkında olanı sensin. Onun içindir ki partin gerekli özeleştirileri yapıp içinde sana karşı olan kişileri partinden uzaklaştırıp ve reform hareketlerinin en büyük lokomotifi olmaya aday olduğunu seçimden sonra ki yaklaşık beş günde gösterdi. Belki de “her şerde bir hayır vardır” hesabı partin bir dava partisi olma erdemini çoktan göstermiş ve sen de bu partiye bugüne kadar vermiş olduğun mücadeleyle harika bir gelenek kazandırdığını görme fırsatı bulmuş oldun.
Ve sen,
Hiç merak etme. Yeni Türkiye'nin o yürüyüşü sen sen olduğun müddetçe emin adımlarla devam edecek. Çünkü sana her daim güvenen ve arkanı dönmeyen senin de her daim onun yanında olduğunu hissettirdiğin bir liderin ve kaybettiğini düşündüğün günde dahi geleceği düşünmen bunun en büyük kanıtıdır.
Sen ki,
Liderinle birlikte meydandan hep bir ağızdan “yenilgi yenilgi büyüyen zaferler vardır” mısrasını söyleyen değil misin? Öyleyse gelecek senin ellerinin arasındadır ve gelecek senle birlikte tüm bu topraklarda yaşayan herkesindir...