İnsanın balık hafızalı olduğu görüşüne itibar etmesem de zaman zaman yaşananlara ve yaşananlar karşısındaki tavrımıza bakınca acaba bu teorinin doğruluk payı var mı diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü insanoğlu geçmişi ve geçmişini çok çabuk unutuyor.
Kılıçdaroğlu'nun başörtüsü/türbanı yasal güvence altına alalım çıkışı olmasaydı neredeyse Türkiye'nin gündeminde başörtü/türban diye bir sorunun olmadığını zannedecek ve geçmişte yaşananları da unutup gidecektik.
Oysaki Beyaz Türkler tarafından başörtüsü/türban defterinin kapanmadığını, kendilerince güçlü olduklarında ve müsait zamanın geldiğine inandıklarında mütedeyyin ve muhafazakâr insanların aleyhine tekrar açılmak üzere şimdilik dondurucuya konulduğunu geç olsa da fark etmiş olduk.
Kılıçdaroğlu'nun başörtü/türbana yasal güvence getirelim diye yaptığı açıklamaya Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yasal güvence yetmez anayasal güvence altına alalım teklifi üzerine başlayan tartışmaların dozu ve üzerinde koparılan fırtınaları ibret nazarı ile izliyoruz.
Beyaz Türkler mahallesi basın sokağındaki birçok yazar- çizer, düşünmeyen düşünür, aydın ve karanlıkların başörtü/türbanın yasal veya anayasal güvence altına alınması teklifi karşısındaki demokrasiyi ve insan haklarını bir tarafa bırakıp vahşi despotizmlerinin nasıl hortladığını gözümüzün içine sokarcasına gösterdiler… Başörtü/Turban konusun da dün nasıl düşünüyorlar ve neler yapmışlarsa bugünde aynısını düşündüklerini dün yaptıklarının tıpkısını yapmaktan geri durmayacaklarını cümle aleme deklare ettiler…
Kimisi “Sorun başörtü değil, türban” diye başlık attı ve eskiden yaptıkları gibi başörtü ile türbanın farklı olduğu saçmalığı ile kavram kargaşası üzerinden sorunu daha karmaşık bir hale getirme gayretine girişti.
Kimisi “Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz” başlığı ile Kılıçdaroğlu'nun parti ilkelerine ve laiklik anlayışı ile ters ve taban tabana zıt böylesi bir hatayı nasıl yaptığını ve şimdi dereyi bulandırmanın zamanı olup olmadığını sorguladı.
Kimisi de “Erdoğan'ın anayasa tuzağı” başlığı ile konuyu kendi tuzak ve samimiyetsizliklerini göz ardı etmeye çalıştı.
Bu bağlamda kimisi gol dedi, kimisi gol atamadı, topu taca attı görüşü ile köşelerinde inciler dizdi...
Örnek olması ve ne demek istediğimin daha iyi anlaşılması için konu ile ilgili yazılmış olan bir yazıdan alıntılar yaparak dikkatinize sunmak istiyorum:
“İktidarda bir mutluluk…
Kimi muhaliflerde yatışmak bilmez bir öfke var.
İki taraf da “Erdoğan, Kılıçdaroğlu'nun ‘başörtüsü' pasını gole çevirdi” diyor.
Oysa ki…
…
Deyim yerindeyse çözümü yokuşa sürdü.
Besbelli Kılıçdaroğlu, anayasal değişiklik talebiyle gelse başka bahane bulacaktı.
…
Kaldı ki…
Anayasa, devletin yönetim biçimi, erklerini, vatandaşların hak, ödev ve özgürlüklerini açıklayan metinlerdir. AK Parti'nin hesaplaşmasını taşıyacağı ve kalıcılaştıracağı zemin, Anayasa değildir. Buna “Evet” denilemez.
…
CHP'de kafalar karışık
Öte yandan, açık konuşmak gerekirse…
Kılıçdaroğlu, böylesine riskli bir hamlede bulunurken, partide bir hazırlık ve koordinasyonun olmadığını gözlemledim. Erdoğan'ın grup toplantısından birkaç dakika sonra tweet atan CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, anayasa değişikliği teklifine kapıyı kapatırken…
Kılıçdaroğlu ise açık kapı bıraktı.
Çelişkiyi berraklaştırmak için Özel'i aradım.
Özel, önceki gün Kılıçdaroğlu ile yaptığı konuşmaya dayanarak, tweet attığını söyledi.
Özel, şöyle dedi:
“Biz dün (önceki gün) Meclis'ten ayrılırken genel başkanımızla konuştuk. ‘Bunlar anayasa diyecek, biz ne diyeceğiz?' Dedim. O da ‘Her gün anayasayı çiğneyen anlayışla anayasa değiştirecek halimiz yok. Yeni anayasa yeni dönemin işi diyeceğiz' dedi.”
Özel, her ne kadar Kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşmenin üzerine tweet attığını söylese de partide bir kafa karışıklığı olduğu görülüyor. Örneğin Tuncay Özkan, teklifi kastederek, “Getirsinler cuma günü. Görelim bakalım ne söyleyecekler” diyor.
Aynı şekilde, CHP ve muhalif kamuoyunun tepkileri yeterince ölçülmedi diye düşünüyorum. CHP'li milletvekilleri Kılıçdaroğlu'na destek vermekte çekingen kaldı.
Kimi milletvekilleri zamanlamaya itiraz ederek, “Biz iktidara geldiğimizde yapmamız lazımdı” diye düşünüyorlar.
Kimi muhalifler bile “Gol yedik” diyorlar…”
Diye konuya yaklaştılar ve yazıları ile olsun paylaşımları ile olsun CHP içindeki çıkmaza dikkat çekmeye çalışır iken aslında satır aralarında aba altından sopa göstermeyi konu hakkında iyi niyetten ve çözüm aramaktan uzak, sorun üretmeyi amaçlayan çıkışlarını da deşifre etmiş oldular.
Bunun yanında bu çıkışın iyi niyetten ve soruna çözüm üretmek yerine İran'daki olaylarla tam da başörtüsü/türban konusunda bir korku iklimi yaratılmış iken fırsat bu fırsat deyip gündeme çözüm adı altında çözümsüzlük maksadı ile çıkarıldığı iddialarını da CHP içinde başörtüsü/türbanı anayasal güvenceye alalım teklifi karşısındaki yaşananlar ve gösterilen tepkiler ile birlikte değerlendirildiğinde dikkate değer buluyorum.
Kim pas attı, kim gol attı, kim topu taca attı tartışmaları ve yakıştırmaları seçmeni pek ilgilendirmiyor. Seçmen Türkiye'nin yıllarca enerjisini çalmış ve insanların mağduriyetine sebep olmuş, toplum arasında kutuplaştırmalara neden olan başörtü/türban konusunun bir daha açılmamak üzere nihai çözüme kavuşturulmasını istiyor ve bekliyor.
Birilerinin her canı sıkıldığında şeyinin keyfine “Laikliğim geldi, bant getirin, bez getirin” bahanesi ile başörtü/türban konusunu temcit pilavı gibi Demokles'in kılıcı misali gündeme taşıyıp mütedeyyin insanların başında sallamasına, dönen tekere çomak sokmasına müsaade etmeyecek ve bir daha da ülke gündemine gelmeyecek şekilde yasal düzenleme ile çözüm getirilmesidir ki şimdilik bunun yolunun da anayasal güvenceden geçtiği görülüyor.
Bu nedenle AK Parti bu değişikliği yapabiliyorsa TBMM'de, yapamıyorsa referanduma getirerek halkın hakemliğinde anayasal güvence ile çözmelidir diye düşünüyorum.