E her başlangıcın bir sonu var… Normal şartlar altında bu yazının Pazartesi günü yayınlanması gerekiyordu ama bilerek bugüne kadar beklettim. Belki kararım değişir diye. Ne kararı diye soracak olursanız bugün gelin biraz farklı bir şey yapalım. Yazılarımı kaçırmayıp okuyan hatırı sayılır bir kitlenin olduğunu biliyorum. Hepsine bugüne kadar ki desteklerinden dolayı da tek tek teşekkür ediyorum. Farklı bir şeye gelince ise bugün hem dertleşelim hem de memleket meselelerine birazcık değinelim. Çünkü sonunda bir süre yazı yazmama kararı aldığımı sizlere tebliğ edeceğim. Bu süre belki çok kısa bir zaman belki de çok uzun bir zaman belki de hiçbir zaman olabilir. Açıkçası bunun kararını şuan vermiş değilim ama içimden gelen şey şu sıralar klavyenin tuşlarına basma adına bir isteğimin olmaması. Bunu da yazının sonuna kadar sabredip okuma zahmetinde bulunursanız eminim ki satır aralarında nedenini fark edeceksiniz. Hani şu sonu seyirciye bırakılan dizi ve filmler gibi.
***
1128 akademisyenin imzalamış olduğu bildiri epeyce konuşuldu. Hala daha konuşulmaya devam ediyor.
Konuyu “ifade özgürlüğü” üzerinden değerlendirenlerin unutmuş olduğu bir şey var ki böyle bir metni şu dönemde imzalamak aslında Türkiye'nin gelmiş olduğu ifade özgürlüğü noktasındaki ilerlemeyi bize gösteriyor.
Ben bu metnin ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilemeyeceğini, bu bildirinin içinde 1 defa “barış” 5-6 defa da “uluslararası” kelimenin geçmesinin sebebini Türkiye'yi dış dünyaya “katliamcı bir ülke” olarak tanıtma iftirası kanaatinde olduğunu düşünüyorum.
Metnin her ne kadar Türkçesi bozuk olmuş olsa da bu metin öyle sıradan rastgele yazılmış bir metin değil. Bilakis Türkiye'yi dış dünyaya bu bahsetmiş olduğum iftira temelinde jurnalleme projesinin cümlelere dökülmüş hali.
Bu metni imzalayanların gözaltına alınmalarına karşı çıkmamızın temelinde de Türkiye'nin demokrasisinin inşası noktasında bir yol aldığı mevzu bahsinin iyi niyeti yatıyor.
O nedenle her ne kadar göz altılara karşı olsak da “özgürlükler ülkesi” dediğiniz Amerika'da aynı metin El-Kaide'yi savunmaya yönelik ele alınmış olsaydı ne olurdu acaba? Ya da aynı şekilde 11 Eylül saldırısından sonra Amerika'da 75 akademisyenin “11 Eylül'ü devlet yaptı” dedikten sonra başına nelerin geldiğini biliyor musunuz?
Tabi orada olan burada olsun diye bu emsali vermiş değilim. Ama her konuda Batı'yı gösterenlerin işine gelmediği konularda Batı'yı örnek almaması da ayrı bir ikiyüzlülük ifade ediyor.
***
Geçen hafta Gülay Göktürk'ün Akşam gazetesinde yazılarının sonlandırılmış olmasına epey üzüldüğümü belirtmek isterim.
Gülay Göktürk benim düşünce dünyamın değişmesinde ve şekillenmesinde çok önemli katkıları olmuş bir yazardır.
Özellikle 28 Şubat'taki tutunmuş olduğu demokrat tavır ve meslek yaşamı boyunca hakkaniyetin yanında olmaya çalışması hafızalardan ve vicdanlardan asla silinmeyecektir.
Kendisine daha sonradan Yeni Yüzyıl ve Sabah gazetelerinden teklif gittiğini medyadan duyduk ama bu teklifleri de Göktürk geri çevirerek meslek yaşamını sonlandırdığını duyurdu.
Açıkçası yazmasını isterdim ama sonuçta kendi kararıdır. Onu bugüne kadar Türkiye'nin demokratikleşmesinde vermiş olduğu mücadeleyle hatırlamak da bizim görevimiz olmalı diye düşünüyorum.
Elbet Gülay Göktürk'ün yazılarının sonlandırılmasına sebep olarak Yiğit Bulut'la ilgili yazmış olduğu yazı gösterildi.
Bunun sonucunda da bazıları “Türkiye'de eleştiri özgürlüğü yok mudur?” diye ağlama seansları düzenlemekten geri durmadı.
Türkiye'de eleştiri özgürlüğü vardır. Eleştiri özgürlüğünün ve dolayısıyla özgürlük kavramının başına bir halel gelmesin diye bu kavramlar AK Parti iktidarında sınırları zorlayacak duruma kadar gelmiştir.
Lakin eleştiri özgürlüğü dediğiniz şey kişiden kişiye göre değişmez. Tıpkı demokrat duruşun kişiden kişiye göre değişmediği gibi.
“Eleştiri özgürlüğü” üzerinden ortalığı ayağa kaldıranlar 7 Haziran'dan sonra Suheyb Öğüt'ün Aktüel'deki yazısının kaldırılmasına neden tepki göstermedi?
“Eleştiri özgürlüğü” dediğiniz şey katıldığınız fikre göre mi değişiyor?
Yoksa her fikri “eleştiri özgürlüğü” kavramı üzerinden değerlendirmek sizin ilkelerinizle uyuşmuyor da fikir mi seçiyorsunuz?
Belki de hiçbiri değil. Temel mesele bulunmuş olduğunuz siyasal pozisyon ve tarafgirliğinize göre tutum almanızdan ibaret.
Suheyb Öğüt'ün yazısına katılmadığınız için “eleştiri özgürlüğü” üzerine çığlık atmadınız, Gülay Göktürk'ün yazısına katıldığınız için “eleştiri özgürlüğü” üzerine ağlama seansları düzenlediniz.
Kusura bakmayın bu tutumunuz ne savunduğunuz ilkeyle ne de evrensel ahlakla uyuşuyor. Beni dost olarak kabul ederseniz söyleyeceğim tek acı gerçek budur.
***
Okuduysanız geçen hafta Pazartesi günü “Etyen Mahçupyan'ı eleştirmek…” adlı bir yazı yazdım.
Bu yazıdan sonra epeyce olumlu ve olumsuz tepki aldım. Hepsini de kendi içimde ve vicdanımda değerlendirme şansına sahip oldum.
Ve sonucunda yazdığım yazının harfi harfine katılıyor ve hala arkasında duruyorum.
Çünkü o yazıda ne hakaret ne de küfür vardı. Ölçülü bir şekilde Etyen Mahçupyan'ın fikirlerini eleştirdim ve hala daha eleştiriyorum. Bu da doğal olsa gerek diye düşünüyorum.
Etyen Mahçupyan'ı da eleştirmek için bir tarafı tutmak gerekmediğini ve her daim bahsettiğiniz o “eleştiri özgürlüğü” kapsamından olaya bakmanın yeterli olduğunu düşünüyorum.
Elbet o yazıdan sonra benim bir çıkar beklentim olduğunu da söyleyenler oldu. Güldüm geçtim ama madem konusu açıldı bu konuda iki çift laf etmek isterim.
Etyen Mahçupyan'ı bugüne kadar eleştirenler ne gibi kariyer yaptılar? Bilen varsa söylesin. Ama benim çıkar beklentim olduğunu düşünenlere de tersten sormak isterim: Etyen Mahçupyan'ı savunmak ayrı bir kariyer merdiveni midir?
İkincisi yedi senedir medya sektörünün içindeyim. Çalıştığım hiçbir kurumda maaş alacağım tarihi hiç bilmedim. Taraf'ta 1,5 sene çalıştım ve 1,5 senelik zaman zarfında sadece bir kere o eski parayla milyar bile olmayan bir miktar para aldım.
Keza aynı şekilde Milat'ta köşe yazdım, haber yaptım. Tek kuruş almadım. Hür Haber'de de para almadan yazıyorum. Sadece TV programı yaptığım Uzay Haber'den para alıyorum. O kadar.
Geçen hafta Pazartesi'den beri de Etyen Mahçupyan'ı eleştirdiğim için bol sıfırlarla dolu bir teklif almadım. Ama alırsam buradan duyuracağımı şimdiden söyleyeyim. Bunun sözünü veriyorum.
Üçüncüsü Yiğit Bulut'la hayatımda hiç tanışmadım, canlı olarak da bir yerde görmedim. Muhtemelen benim varlığımdan haberi olduğunu da sanmıyorum. Aynı şekilde yazmış olduğum yazıdan haberi olmadığını ve okuduğunu bile düşünmediğim gibi.
Dördüncüsü illa ki birilerinin kayıtsız şartsız her fikrine katıldığı birini eleştirmek için bir çıkar beklentisi içinde olmaya gerek yok, vicdanı ve fikri hür olmak yeterli.
Beşincisi yakın dostlarım ve beni tanıyanlar az çok bilirler. AK Parti'nin bugüne kadar hiçbir il teşkilatına gitmedim, birkaç milletvekili dışında da AK Parti'den kimseyi tanımam. Bununla birlikte sadece AK Parti değil hiçbir STK'nın paneline, seminerine gitmemeye çalışıyorum. Hem dinleyici hem de konuşmacı olarak. Gitsem giderim, bunda kötü bir şey yok ama bir yerlerden çıkar bekleme gibi bir derdim de yok.
Yazıma katılırsınız ya da katılmazsınız. Bunu ifade edersiniz ya da etmezsiniz. Ama bazı şeyler de kaçak güreşerek olmaz. Siz de “Etyen Mahçupyan'ı savunmak…” ya da “Yiğit Bulut'u eleştirmek…” diye yazı yazarsınız biz de haklıysanız size hak veririz. Onun için fazla abartmaya gerek yok.
Özellikle Melih Altınok'un da dediği gibi Yiğit Bulut ile Etyen Mahçupyan'ın arasındaki diyaloğun bir “medya polemiği” şeklinde algılanması bence de yanlıştı, ben de olaya zaten Etyen Mahçupyan'ın fikirleri üzerinden baktım. Yiğit Bulut'un üslubunun eleştirilmesini de bu fikirleri gölgede bıraktığını yazımda ifade etmeye çalıştım. Hepsi bu.
***
Son zamanlarda yeni moda Erdoğan'ı savunanlara “yalaka” demek.
İşin garibi eskiden Kemalistler Erdoğan'ı ve AK Parti'yi savunanlara “yalaka” derlerdi, şimdi AKP'liler (evet AK Parti'liler değil) bunu söyler oldular.
Kısacası Erdoğan'ı savunursak biz savunuruz, sizin yaptığınız yalakalık diyorlar.
Bunun sonucunda da “her şeyi biz biliriz” noktasına vardırıyorlar.
Ne gariptir ki bunu diyenler 7 Haziran'dan sonra koalisyonu savunup kutuplaşma safsatasıyla “uzlaşalım” önerisinde bulunanlardan başkaları değil.
O nedenle sizin “yalaka” demeniz en azından kendi adıma bir gururdur, durduğum yerin de doğruluğuna işaret eder.
Bu yeni modanız da bize sizi daha iyi tanıma fırsatı sunar, bundan da ayrı bir memnuniyet duymak bize düşer.
***
1 Kasım'dan sonra Başkanlık Sistemi'ni hala AK Parti'nin topluma tartıştırabildiğini ve bu noktaya eğildiğini ne yazık ki göremiyorum.
Oysa ki Gezici'nin anketinde bile başkanlığa destek oranının %53 oranında çıktığını görmekte fayda var.
Başkanlık Sistemi'ni de istemeyenler ama her zaman ki gibi her siyasal pozisyona yatırım yapmaktan geri durmayanlar “Başkanlık Sistemi'yle ilgili hiçbir şey bilmiyoruz ki, neyi savunalım?” diyorlar.
E o zaman siz bir şey koyun ortaya.
Bir argüman üretin, bir fikir sunun, bir çözüm ve güzergah yolu gösterin onun üzerinden gidelim.
Suriye'de bir olay olduğunda Ortadoğu Uzmanı kesiliyorsunuz da iş buna gelince mi mütevazi ayaklarına yatıp “hiçbir şey bilmiyoruz” diyorsunuz?
Geçin bu işleri.
Ya da net olun ve deyin ki “Başkanlık Sistemi'ni istemiyoruz!”
Bu da bir fikirdir. Sonuçta Başkanlık Sistemi'ni istemeyeni ülkeden sınır dışı etmiyorlar ama net olmak da ahlaklı olmakla eşdeğerdir bazı zamanlar. Hatta her zaman.
Bir de olayın bizim mahalle dışında karşı mahalle yüzü var.
Onlar da “Siz Erdoğan'ı başkan yapacaksınız, ondan dolayı Başkanlık Sistemi'ni istiyorsunuz” diyorlar.
Evet kardeşim aynen öyle. Sorun ne?
Siz daha iyi aday çıkarırsanız onu da destekleriz.
Hiçbir zaman bu toprakların insanı olamadıkları için her zaman ki gibi bu meselenin bir memleket meselesi olduğunu anlayamıyorlar ve durum tabi ki bir patolojik vaka olarak önümüze geliyor.
***
Son zamanların yeni modası da “Türkiye'nin meselelerini ve Başkanlık Sistemi'ni bu insanlarla mı tartışacağız?” demek.
Bunu diyenler de sözüm ona Beyaz Türk'lerden nefret edenler.
Ama bu kibirleri de Beyaz Türk'lerin kibirlerinden pek farklı değil.
Onlara da evet kardeşim bu insanlarla ve Türkiye toplumunda bu tartışmaya katılmak isteyen, sizin görüşlerinizden olan ya da olmayan herkesle tartışacağız.
İnsan ayrımı yapmadan, sevdiğiniz ve sevmediğiniz, beğendiğiniz ve beğenmediğiniz herkes fikrini söyleyecek.
Kısacası birilerinin kibirlerinin dayanılmaz hafifliği içerisinde insan ayrımı yapacak halimiz yok.
Hepimiz aynı gemideysek bunun için de dalgalarla birlikte boğuşacağız.
***
Son zamanlarda çok duyduğum bir kalıp var, o da “entelektüel tartışma”
Nedir entelektüel tartışma?
Açıkçası bilmiyorum. Bildiğim kadarıyla da entelektüel tartışmaya katılanların hepsi seçkinci ve elitist insanların olduğu.
Bu tartışma gerekli değildir demiyorum sadece bu tartışma gerektiğinden fazla abartılırsa şayet topluma bazı şeyleri dayatma noktasına bizi götürür diyorum.
Ve bu tartışmanın “entelektüel” boyutu artarsa şayet bu tartışmaların hepsinin akademik düzeyde kalacağını ve toplumun da bu tartışmaların hiçbirini önemseyeceğini düşünmüyorum.
Kısacası Başkanlık Sistemi başta olmak üzere her konu “entelektüel olan ve olmayan tartışma” üzerine kurulmalı.
Yani “entelektüel tartışma” diyerek adlandırdıkları şeyin içinde “entelektüel” olarak görmedikleri bakkal, manav, kasap, taksici vb. her türlü unsur bu tartışmanın içinde yer almalı.
Hele de siyaset dediğiniz şey toplum için yapılıyorsa ve bir sistem değişikliği topluma bir şeyler katmayı amaçlıyorsa.
Makalelerinde üç tane yabancı kelime kullandı diye “entelektüel” olan copy-paste tezlerle profesörlük makamına erişen akademisyenlerimize duyurulur.
Laf aramızda söz meclisten dışarı.
***
Yazı uzadıkça uzadı. Ben de yazdıkça yazdım.
Başta da ifade etmiş olduğum gibi uzunca bir süre yazmayı düşünmüyorum. En azından şimdilik düşüncem bu şekilde.
İçimden de yazasım gelmiyor. Sebeplerini söylemeye gerek yok. Belki de anlayan anlamıştır.
Anlamayanın da başımın üstünde yeri var.
Mayıs'tan bugüne dek aralıksız yazmaya çalıştım, her koşulda inandığım fikri söylemeye gayret ettim.
Yazılarıma katılanınız oldu, katılmayanınız oldu ama beni hep görüşleriyle, fikirleriyle besleyen herkese çok teşekkür ederim.
Belki bu şarkı burada bitmeyecek bir şekilde bir yerlerde tekrardan görüşeceğiz.
Zaten her Perşembe Uzay Haber'de Kayıt Dışı programımda buluşuyoruz. Haftada bir fikrimiz olursa oradan söyleriz.
Şimdilik benden bu kadar diyelim.
Allaha ısmarladık.
Not: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın her fırsatta dile getirdiği “yerli ve milli” sözüyle medeni, sofistike ve “üsluplu” bir biçimde alay eden “entelektüel” yazarımız Erdoğan'ın etrafında “amigo kümesi” var demiş. Üzerime alınasım geldi. O amigo kümesinin okyanustaki bir damlası olmaktan gurur ve şeref duyarım. Kendini Kaf Dağı'nda görenlere duyurulur.
Not 2: Suheyb Öğüt'ün Aktüel'den kaldırılan yazısını okumak isteyenler şu linkten okuyabilir: http://suheybogut.blogspot.com.tr/2015/06/bravo-hocam-bravo_27.html