-"Böyle olmaz oğlum." diyor şoför muavine. "Bi berbere felan git. Saçını, başını, kıyafetini düzelt. Toplum içine çıkıyosun yani."
-Abi be, bu benim iyi halim, daha fenayımdır normalde.
Saçları sağa sola uçmuş, biraz enlice, İvedik havasında ve epeyce yorgun muavin. Sanki hayattan bezmiş, gözleri yarı kapanmış, gece yarısı olmuş, iş bitse uyusam havasında.
-"Oturma, dolaş bakalım. Su isteyen var mı sor." diyor şoför. O da eline 3-5 su alıp yalnızca isteyenlere veriyor. Her yolcu indirip bindirmede, molada, fısır fısır bir sesle ve parmağıyla tek tek sayıyor bizi.
-Bir, iki, üç, dört...
Emin olamıyor, tekrar tekrar sayıyor.
Somalili bir genci dişine göre buluyor.
-"Sen niye yerine geçmedin. Bu koltuk senin değil, geç bakıyim." diye apar topar yolluyor yerine. İtiraz etmeden geçiyor siyahi genç. Şoför gene uyarıyor muavini: -Oğlum maskeni sen tak ki yolcular da taksın.
"Cık cık" ederek takıyor maskesini muavin. Ancak şoför de maskesiz. Aracı oksijensiz saatlerce kullanamayacağını biliyor. Biz de dahil yolcuların neredeyse tamamı koltuğa oturur oturmaz çıkardık. Zira bu meretle nefes almak da uyumak da imkansız. Birkaç istisna yolcu hariç. Ama muavin gözüne yine Somalili genci kestiriyor.
-"Çıkartma maskeni, tak." diyor. Türkçe bilmediği için tek kelime etmeyen genç, 10 saatlik yolculukta sürekli maskeli, bir dakika bile açmıyor ağzını. Telefonu çalınca başlıyor konuşmaya. Refik Halit Karay'ın küçük kahramanı Hasan'ın eskiciyle konuştuğu gibi hiç durmadan konuşuyor. Kendi dilinde güle oynaya, bağıra çağıra, keyifli keyifli yarenlik ediyor. Muavin gene başında bitiyor:
- Yüksek sesle konuşma, uyuyanlar var. "Bu defa haklı." diyor arkadaş usulca kulağıma, "Beni uyandırdı misal." "Hımmm büyük kabahat." diyorum ben de.
Yoğun bir sis sarıyor etrafı. Bir metre ilerisi görünmüyor. Kimi Müslüm Gürses, Orhan Gencebay dinler, kimi Mr. & Mrs. Smith izler, kimi Tosun Paşa'yı, kimi telefonuyla meşgulken bir anda herkes bırakıyor ıvır zıvırla uğraşmayı. Dua etmeye başlıyorlar. 20 dakika kadar şoför, yolu neredeyse hiç görmeden beyaz bir çizginin belli belirsiz hayalet izini sürüp gidiyor. Hepimizin yüreği kalkıp oturuyor.
Sabaha karşı muavin koltukta uyumaya başlıyor. Şoför çağırıyor ama onun top patlasa duyacak hali yok. Külçe gibi yığılmış kalmış oturduğu yerde.
-"Şunu uyandırsın biri." diyor şoför. Somalili usulca dokunuyor ve uyanıyor. "Şimdi senden çıkarıcam hıncımı, ne dürtüyon?" der gibi kötü bir bakış fırlatıyor gence. Yine pek bir bezgin ve ayaklarını sürüyerek kalkıyor. Savruk saçlarını elleriyle kafasına yapıştırıp tekrar başlıyor saymaya:
-"Bir, iki, üç, dört..."