Kamuoyu oluşturmak, algıları yönetmek oluşturulan dezenformasyonlara karşı koymak oldukça önemli. Hatta yapılan işin başarılması kadar önemli. Ziraargümanlarınızı net olarak ortaya koyamazsanız haklı gerekçelerle yaptığınız işlerde bile derdinizi anlatamazsınız.
FETÖ ile mücadelede de PKK ile mücadelede de bunun eksikliğini hissediyoruz. Nitekim FETÖ ile mücadeledeki algı operasyonlarına 21 Eylül 2016 tarihindeki yazımda da dikkat çekmiştim.
Gezi Olayları esnasında da,FETÖ'nün 17-25 dezenformatif operasyonunda da, 15 Temmuz Darbe ve işgal girişimi esnasında da bunlara şahit olduk. Kimisinde üstünlük hep Türkiye Düşmanları elinde idi. Kimisinde de mili unsurlar eline geçti.
Hatırlayacak olursak; Gezi Olayları esnasında ‘'TOMA'lar zehirli su sıkıyor, şu saate dek eylem devam ederse hükümet düşecek vb.'' 17-25 esnasında da içerikleri FETÖ tarafından oluşturulmuş ‘tape' ler ile hükümeti ve Erdoğan'ı devirmeye yönelik girişimde bulunuldu. 15 Temmuz esnasında ise ‘'Cumhurbaşkanı Erdoğan kaçtı, askerlere işkence ediliyor.'' gibi yüzlercesini sayabileceğimiz içerikler üretildi.
Bu dezenformasyonlar o kadar ileri gitti ki 2015 ve 2016 yılları arasında yoğunlaşan PKK ve DAEŞ terör olaylarını bile MİT'e Erdoğan'a bağlayan aklı evveller vardı. Üstelik buna inanlar da -özellikle gençler arasında- hiç de azımsanamayacak düzeyde idi.
Bu hadiseler normal süreçte olsa ‘'Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış.'' diyebileceğimiz hususlar o kadar basit değil artık. Üretilen tüm argümanların bir amacı var. Şu an Türkiye düşmanlarının amacı Türkiye'yi işgalci ve Kürtleri katleden bir devlet olarak göstermek.
İçimizdeki emperyalist uşak ve işbirlikçileri var güçleri ile çabalıyorlar kimisi İslamcı olarak Türk askeri için okunan Fetih Suresi ve dualardan rahatsız kimisi de ‘Allahsız' olarak rahatsız. O ‘Allahsız' lara ve İslamcı görünümlü Türk ve İslam düşmanlarına karşı Türkiye'nin ‘Beka' ve güçlü yarınları için hep birlikte hareket etmeli, haklı gerekçelerle gerçekleştirdiğimiz operasyonların haklılığını anlatmak için biz de bir harekat içerisine girmeliyiz.
Nedir bu harekat; öncelikli olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin haklı operasyonuna ilişkin gerek Türkçe, gerek Arapça ve gerekse de İngilizce ve tüm dillerde haklılığımızı anlatan içerikleri anlatmaya hiç olmazsa da yaymaya gayret etmeliyiz.
Daha dün ‘komplo teorisi' olarak adlandırılan birçok olay şu an gerçekliği ispatlanmış durumda. Hala örnek mi istiyorsunuz; işte size FETÖ, işte DEAŞ, işte PKK. Bunların çıkış noktalarına ve uzun süre nasıl yapılandıklarına bakmamız yeterli.
Konumuza dönecek olursak; ‘'Dezenformasyonlara Nasıl Karşı Koyarız?''
Burada Türkiye'nin amacı net olarak belli; 1) Sınır Güvenliğini Sağlamak, 2) Suriye'nin Toprak Bütünlüğünü Sağlamak, 3) Türkiye'ye Sığınmış olan Suriyelilerin tekrar ülkelerine dönmeleri için bir ‘Güvenli Bölge' oluşturmak.
Bunların hepsi Türkiye'ye uluslararası hukukun sağladığı haklı gerekçeler. Ancak gerek iç kamuoyunda gerekse uluslararası kamuoyunda sanki Kürtlere yönelik bir harekatmış gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor; bilakis Barış Pınarı Harekatı ile Kürtlerin can ve mal güvenliği, terör örgütü PKK/PYD ait olmadıkları topraklardan gönderilerek teminat altına alınıyor. Nitekim, Suriye Milli Ordusu içerisinde de birçok Kürt savaşçı bulunuyor.
Bir başka dezenformasyon aracı da, DAEŞ'lilerin ülkemiz sınırları içerisine gireceği ve burada terör faaliyetlerine devam edeceği yönünde. Oysa son dönemde ciddi anlamda DAEŞ'li teröristlere yönelik yapılan operasyonlar var. Özellikle Süleyman Soylu'nun bakanlığı döneminde FETÖ, PKK ve DAEŞ terör örgütlerine yönelik çok etkin operasyonlar düzenlenmekte, tabii bu konudaki başarılarının arkasında bakanlık içerisinde ve emniyet teşkilatı içerisindeki FETÖ terör örgütüne mensup olanların temizlenmesinin de büyük katkısı var. Nasıl Suriye'de terör örgütü PKK/PYD DAEŞ ile mücadele edemez ise, Türkiye'deki tüm terör örgütleri ile FETÖ'ye mensup olanların mücadele etmesi de mümkün değildi.
Türkiye'nin terörle haklı mücadelesini gölgeleyecek o kadar çok paylaşım yapılıyor ki. Bu paylaşımlar bazen İngiltere'de İşçi Parti'li David Lammy'nin 1983 yılında Erzurum Deprem'i esnasındaki bir fotoğrafı sanki Barış Pınarı Harekatı esnasında yaşanmış gibi paylaşması gibi, bazen de Esad Rejimi tarafından kullanılan varil bombası sanki Barış Pınarı Harekatı esnasında Türk Askeri tarafından kullanılmış gibi kendini gösterebiliyor.
Bu gibi harekatlarda ya da toplumsal olaylarda kamuoyu oluşturmak oldukça önemli, geçmişte bunun için Propaganda Bakanlığı kuran ülkeler var. İngiltere'nin 1. Dünya Savaşı esnasında İslam Alemi üzerinde yaptığı dezenformasyonlar var.
Kritik zamanlarda cephede askere düşen görev gibi bizlere de gerek sosyal medya gibi mecralardan gerekse de ellerimizi açıp dua ederek Fetih Suresi okuyarak - birilerini rahatsız etse de- yapacaklarımız var.
Geçmiş olaylara göre Barış Pınarı Harekatı esnasında daha hazırlıklı olunduğunu yapılan dezenformasyonlara ilişkin hızlı bir şekilde enformasyon çalışmaları yapıldığını söylemek mümkün. Bu süreci başarılı bir şekilde yürüten Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve ekibini tebrik etmek gerekir.
Biz de eğer kendimiz içerik üretemiyorsak başta İletişim Başkanlığı, Anadolu Ajansı, TRT Haber gibi devletin kurumlarının Türkçe, İngilizce, Arapça ve diğer dillerdeki paylaşımlarının yayılmasına katkı sağlamak diğer taraftan da kendimiz de bir şeyler yazarak devletimizin haklı davasına destek vermek durumdayız.
Eskiden ‘cephede kazanıp, masada kaybetmek' diye bir tabir vardı. Şimdi de cephede ve diğer alanlarda kazanıp Sosyal Medya ve diğer enformasyon araçlarında kaybetmek gibi bir durum da söz konusu.
Artık kabul edelim ki ciddi bir enformasyon savaşı var. Bunun da en büyüğü Sosyal Medya Savaşları olarak karşımıza çıkıyor. Bu durumun farkında olup ona göre “harekat” etmek zorundayız.
NOT: Bilinçli olarak ‘harekat' yazılmıştır.