Ayasofya'nın tekrar cami olarak ibadete açılması içte ve dışta olmak üzere birilerini çok fena rahatsız etti. Bir türlü kabullenemediler ve içlerine sindiremediler.
Bu nedenle de Ayasofya'nın cami olarak ibadete açıldığı günden başlamak üzere bu konudaki gizli açık muhalefetleri her geçen gün artarak devam etti ve halen devam ediyor. Vazgeçmeye de hiç niyetleri yok...
İktidara geldiklerinde Ayasofya'yı tekrar eski haline getireceklerini söyleyenlerden tutunda, Türkiye'nin başına gelmiş en büyük felaket olarak değerlendirenlere kadar içindekini dışa vuran muhalefetin her türlüsüne şahit olduk.
Milletin hayrına olan her şeye karşı çıkmalarına aşina olduğumuz, taşeron ruhlu bu güruhun Ayasofya'nın cami olarak tekrar ibadete açılması ile ilgili yaptıkları olumsuz açıklamaları ve muhalefetleri bizleri hiç mi hiç şaşırtmadı. Benzeri senaryoları çok izlediğimiz için atacakları adımları, uygulayacakları yol haritalarını önceden tahmin etmekte hiç güçlük çekmiyoruz.
Ancak son zamanlarda sureti haktan görünerek Ayasofya'nın tekrar ibadete kapatılması ve müzeye dönüştürülmesi için sinsice yapılan alt yapı ve algı çalışmalarına başladılar ki bunlara dikkat çekmek istiyorum.
Neymiş efendim, “Ayasofya Camisinin ibadete açılmasından sonra imparatorluk kapısını kemirmişler... Duvarlarından sıvalar soyularak poşetlenmiş, su haznesinin kapağı kırılarak içine ayakkabı konulmuş” gibi absürt ama bir o kadarda dikkat çekici, ilginç haberler gündem olmaya başladı.
İşte tamda burada durup düşünmek ve çok dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü yapılanı haberleştirme kılıfı altında sinsice “Ayasofya müze iken korunuyordu ancak ibadete açıldığından beri korunamıyor, zaten Ayasofya korunma amacıyla ibadete kapatılmıştı tezi işleniyor.”
Ağlar mısın güler misin? Diyeceğim ama...
Ne ağlayacağız, nede güleceğiz. Sadece dikkatli ve uyanık olacağız ki bu güruhun oyunlarını ve Ayasofya ile ilgili tezgahlarını, tertiplerini bozacağız ve bozmak zorundayız.
Normal zamanlarda deli saçması diyeceğimiz, imparatorluk kapısının kemirilmesi ile birlikte diğer iddiaların da elle tutulur akıl ve mantık ile açıklanabilecek bir tarafı olmamasına rağmen maalesef gözle görünür emareleri var...
Ayasofya'nın Kapısı resmen kemirilmiş, sıvalar soyularak poşete konulurken görüntüler ve su haznesinin kapağı kırık ve içinde ayakkabıların olduğu fotoğraflar var...
Dünya'nın ve İstanbul'un birçok yerindeki camilerin kapısı kemirilmez iken, sıvaları sıyrılıp poşetlenmez ve ayakkabılar ayakkabılığına konur iken Ayasofya'da bu cürümler neden işleniyor.
Bir insan durup dururken caminin kapısını niye kemirir ki?
Tarihi yapının duvarlarından sıvaların sıyrılması kimin işine yarar ki?
Hayatın olağan akışına ters, akıl ve mantıkla açıklaması olmayan böylesi bir saçmalığın hayra alamet olmadığını algı ve provokasyon için birileri kullanılarak böylesi saçmalıklar yapıldığını görmek hiçte zor değil...
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türk Devleti Ayasofya'nın korunmasında gerektiğini yaptığından hiç şüphem ve tereddüttüm yok. Yalnız böylesi tezgâh, algı ve kara propaganda kokan bu haberler yapıldığına göre birileri boş durmadığı gibi aynı zamanda Ayasofya'nın güvenliği ile ilgili bir zafiyetin olduğu akla geliyor. Bu nedenle de Ayasofya Camisinde alınmış olan güvenlik tedbirleri arttırılmalı ve kamera sistemleri daha aktif, verimli ve güvenli bir hale getirilmeli ve anında müdahale edilmeli ve böylesi olaylara meydan verilmemelidir diye düşünüyorum.
Kaldı ki Türkiye'deki Ayasofya ile ilgili yapılan bu haberlerden sonra Avrupa'nın ve Dünya'nın da bu haberlere tepkisiz kalmayacağını, her zamanki taktik ve teknikleri ile zamanı geldiğinde bu kurgu haberler ile saldıracaklarına şüpheniz olmasın.
Duvarları soyup poşete dolduran bayanın yabancı ülkeden turist olarak geldiği tespit edilmiş ama Ayasofya ile ilgili olumsuz haber de ilerleyen zamanlarda gündem değiştirmek veya benzeri provokasyonlar için dolgu malzemesi olarak kullanılmak üzere arşive girdi.
Bunları tahmin edebilmek ve yapılacak hamleleri kestirmek için allame olmak gerekmiyor. Yalanın gerçek gibi yazıldığı çizildiği ve doğru olarak kabul edildiği ülkelerin başında geliyoruz.
İşin kötü tarafı ise bu tür sipariş üzerine masa başında kurgu ile hazırlanmış yalan ve asparagas haberlere inanmaya hazır bir kitle olması ki bu gerçekten günümüz Türkiye'sinde kangren olmuş en büyük toplumsal sorunumuz...
Toplum olarak okumuyoruz, araştırmıyoruz; duyduğumuz her şeye işimize ve kulağımıza hoş geliyorsa inanmakta ve yanına üç beş ilave ile yalanı yaymakta hiçbir beis görmüyoruz. Hal böyle olunca da ortaya yalanlarla aldatılan ve aldanan bir topluluk haline geliyoruz ki...
İşte orada hem söz hem de ümitler tükeniyor...
Yalnız “Ümitsizlik ve yeis imandan değildir” gerçeği ile irkiliyor ve irkilmek zorundayız...