Nasıl ki konuştuklarımızdan, yaptıklarımızdan sorumlu isek, aynı şekilde yazdıklarımızdan da sorumluyuz.
Bu bağlamda AK Partiden, Milletvekili seçilen, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Bakanlık gibi makamlarda uzun süre görev yaptıktan sonra ayrılan Abdullah Gül, Davutoğlu ve Babacan'ın uzun zamandır parti kuracakları söyleniyordu.
Siyasi geçmişleri, terbiyeleri ve hitap edecekleri kitlenin vefa konusundaki hassasiyetleri gibi nedenlerle, mücadelenin yapılacağı yer parti içidir diye yeni bir parti kurulma girişiminden vazgeçeceklerini düşünmüş ve yazılarımda da bu görüşümü dile getirmiştim.
Bu öngörümde, açlığın Sofiliyi bozduğu gibi, iktidarın da siyasette ilkeli duruş ve görüşleri bozabileceğini hesap edemediğim için yanılmışım. AK Partinin Ahmet hocası, eski partisi ile arasındaki köprüleri attı ve “Gelecek” ismi ile partisini kurdu.
Aslında, siyaseti bir misyon içinde yapan insanlar arasında bunlar yaşanmamalı ve böyle olmamalıydı. Çünkü milliyetçi ve muhafazakâr kitlenin mensupları siyasi arenada kendilerine hitap eden bu kadar çok parti görmeye alışkın değiller. Sadece partileri kapatıldığı zaman yerine yeni parti kurulur ve mücadeleye kaldığı yerden devam edilirdi. İktidar ile tanıştıktan sonra bu gelenek bozuldu.
Bunun içindir ki milli ve manevi değerleri önemseyen, halka ve hakka hizmette fikir birliği oluşturmuş, beraber yola çıkan, zor günlerde yol arkadaşlığı yapan ve en üst ve ulvi makamlara birbirlerinin destek ve himmetleri ile gelmiş olan insanların görevden alındıktan sonra birbirleri ile bugünkü gibi etik olmayan tartışmalarla yollarını ayırması hiç şık olmadı. Yılların emeğine, halkın beklenti ve umutlarına yazık oldu.
Son zamanlarda siyasi arenada yaşadıklarımızı, sahibin kıyamadığı atı çalmayı aklına koymuş hırsızın yaptıklarına benzetiyorum.
Hırsız, kimselere güvenip atının yanına dahi yaklaştırmayan dillere destan atın sahibi ile atı çalabilmek için baştan dostluk kurarak dostluğunu ilerletmiş. Söz ve davranışlarıyla atın sahibi üzerinde güzel bir izlenim bırakmış. Aradaki dostluk ve güven iyice pekişince bir gün atın sahibinden, binmek için atı istemiş.
O güne kadar hiç kimseye atını teslim etmeyen adam, çok güvendiği bu dostuna atını tereddüt etmeden vermiş. Hırsızın ata biner binmez düşüncesini açığa vurmuş. Kendisiyle kurduğu dostluğu bu atı çalmak için yaptığını söylemiş.
Bu itiraf karşısında at sahibi çok şaşırmış, o gün için atın değeri bin liraymış. At sahibi, hırsıza: “Sen bu atı çalıp götürme, ben sana on bin lira vereyim, demiş.”
Hırsız şaşırarak: “Sen bu parayı niye bana veriyorsun? O parayla bunun gibi on tane at satın alırsın.”
At sahibi, şu düşündürücü açıklamayı yapmış: “Sen bu atı çalmakla, sadece atı alıp götürmüyorsun. Benim insanlara olan güvenimi, iyi niyetimi de birlikte alıp götürüyorsun. Bu at giderse, bir daha ben, hiç kimseye güvenmem, iyi niyet besleyemem. Herkese şüphe ile bakarım. Onun için sana bu parayı teklif ediyorum. Param gitse de hiç olmazsa, insanlara olan güvenimi, iyi niyetimi kaybetmemiş olurum.”
Eski tüfeklerden zaman zaman dertleştiğim, yaşını başını almış gençliğimizin Selametçi Amcası: “Hani be çocuk, bunlar başkaydı. Kavgalarını ve tartışmalarını bile edep içinde yaparlar, birbirlerinin yanlışını arkasından değil yüzüne söylerler, kimse ayrılıp ta yeni parti kurmaz bölünmez diyordun. Bunlarda ötekiler gibi yapmaz dediğimiz her şeyi yaptılar.” diye sitem edince sustum.
Çünkü amcam, çalınan atın sahibi gibi güvenini ve iyi niyetini kaybetmişti.