Davacının şaşkını, mahkemede derdini hâkime anlatacağı yerde mübaşire anlatırmış...
Kılıçdaroğlu 'da Türkiye'nin ana muhalefet partisi lideri olarak muhalefet görevini TBMM'de yapması gerekirken, “Baskın basanındır” sokak jargonu ile randevu almadan, yani müsait değiliz gelme denilmesine rağmen çat kapı kamu kurum ve kuruluşlarının kapısına dayanmayı, sonra da gerisin geri dönmeyi, geri dönerken ve döndükten sonra kaos ve manipülasyon yap- mayı maalesef bir alışkanlık haline getirdi.
Önce Merkez Bankasına gitti, içeri alındı, buyur edildi, çay kahve ikramı ile ağırlandı ancak çıkışta yaptığı açıklaması ile “karakolda doğru söyler, mahkeme de şaşar” misali içeride başka dışarıda başka konuşması ile ziyaret adabına uymadığı için kredisini tüketti.
Sonrasın da;
TÜİK'in kapısına gitti, içeri alınmadı, geri döndü.
Millî Eğitim Bakanlığının kapısına gitti, içeri alınmadı, geri döndü...
CHP'nin randevu almadan çat kapı baskın yapması ilk değil, görünen o ki sonuncusu da olmayacak...
2016 yılında bir grup CHP milletvekili randevu verilmediği halde emrivaki bir şekilde Genel Müdür Şenol Göka'nın cenazede olduğu için makamında olmamasına rağmen TRT Genel Müdürlüğünü işgal etmesi çok tartışılmış ve tepki toplamıştı.
Kılıçdaroğlu'nun randevusuz baskın yapar gibi kurum ve kuruluşlarının kapısına dayanması görüntüleri her nedense hafızam da Tosun Paşa filmindeki Yeşil Vadi ve küçük enişte tiplemesini canlandırdı.
Kurumlara gidileceği zaman adap, edep ve teamüller çiğnenerek sosyal medya hesabından, meydan okurcasına geliyorum duyuruları yapılıyor, basın mensupları, grup başkan vekilleri, milletvekilleri ve partililer ile mehter marşı eşliğinde halay çekilerek muzaffer komutan edası ile Yeşil Vadiye gidilir gibi yola çıkılıyor.
Kapıda meydan muharebesi başlıyor. Kurumların kapısı açılmadığı zaman da tutmayın küçük enişteyi edası ile taarruz yapılıyor sonrasın da İzmir marşı ile geri dönülüyor...
Tabi bunlar işin ironi kısmı... Aslında bu manzaralar Türkiye'ye yakışan hareketler ve tasvip edilecek davranışlar değil...
Ana muhalefet partisinin görevi mağduru oynayabilmek adına çat kapı baskın yapar gibi randevusuz kurumların kapısına dayanmak değildir.
Kaldı ki ziyaret ettiği kurumlar kendisinin muhatabı ve hesap soracağı yerler de değil. Kılıçdaroğlu bu ülkenin ana muhalefet partisinin genel başkanı olarak gördüğü yanlışların hesabını sorma ve dile getirme yeri TBMM'dir.
Ancak CHP, başta halk olmak üzere, bürokrasi, basın yayın, memurlar, askerler, öğrenciler, sanatçılar ve toplumun her kesimi ile arasına öyle bir mesafe koydu ki kendisi gibi düşünmeyen, oy vermeyen herkesi ötekileştirdi.
Cumhurbaşkanı Yardımcısına, TBMM kürsüsünden: “Seçilmemiş Hadsiz”, devletin valisine “İt”, polisine “militan” diye yaptıkları ile kendinden uzaklaştırdı hedefine koydu.
Toplumu bize oy verenler ile vermeyenler diye halkı ikiye böldü.
Ana muhalefet partisinin, bürokrattan, bürokrasiden bizzat hesap sormak gibi bir görevi olmadığı gibi yetkisi de yoktur... Devletin hesap soracak savcısı ve müfettişi vardır. Kaldı ki devletin memuru, amiri, polisi, jandarması kimsenin kum torbası değildir.
Ayrıca CHP kendisine oy verenleri kahramanlaştırıp terör ile içli dışlı olmuş mesafe koyamamış, Türk askerine kurşun sıkmış, teröristleri şirinleştirmeye çalışırken oy vermeyenleri ise koyun, göbeğini kaşıyan adam, Kara Fatma, habis ur ... gibi dışlamaya, aşağılama ve küçük görme hastalığına yakalandı...Ki bütün bunlar seçmenin ve halkın gözünden kaçmıyor.
Doğru veya yanlış Hülya Avşar'ın yaptığı açıklama üzerine Kılıçdaroğlu'nun; “Hülya Avşar kim ya...! Kim... Yalakadan sanatçı olmaz...” gibi herkesi küçümsediği ve yok saydığı gibi halkın değerlerine karşı olan bütün herkesi ise baş tacı etti.
Hülya Avşar'ı sevmeyebilirsiniz, benim gibi yaptıklarını, söylediklerini de onaylamayabilirsiniz ama hiç kimse kimseyi tahkir edemez... Küçük düşüremez...
Türkiye bunları hiç hak etmiyor...
Toplumun arasında derin kutuplaşmalara neden olacak, sözler sarf etmek, halkın hiçbir ferdini ötekileştirmek ve küçümsemek hiçbir siyasetçiye hele hele ülkeyi yönetmeye talip olduğunu iddia eden ana muhalefet partisine hiç mi hiç yakışmıyor... En azından ben yakıştıramıyorum...
Devletin bir ağırlığı olmalı...
İstanbul BB de 98 puan alan adayın elendiği 53 puan alan adayın kazandığı ile ilgili iddialar var. İstanbul AK Parti İl Parti Başkanı CHP varil bir tavır ile bu durumun hesabını sormak üzere belediyenin kapısına dayansa ne kadar etik olur?
Kaldı ki CHP'li İstanbul Büyükşehir Belediyesinde ayyuka çıkan, kamuoyunun vicdanını yaralayan PKK'lı teröristlerin işe alınması ile ilgili iddialar üzerine devletin işleyişi içinde rutin bir işlem olan İçişleri Bakanlığınca müfettiş görevlendirilmesi üzerine yaşananları ve tartışmaları gördük...
“Kimse bizden hesap soramaz ama biz herkesten her hesabı sorarız...” Edası ile İstanbul BB müfettişlerin soruşturma için gelmesine karşı çıkanların randevusuz kurumların kapısına hesap sormak üzere dayanması tezat değil mi...