Erdoğan Karşıtları Neden Kaybediyor?
Seçimlerden dokuzuncu kez başarıyla çıkan Ak Parti, liderini beklendiği gibi birinci turda cumhurbaşkanlığına çıkardı.
En “mülayim”inden keskin solcu Erdoğan muhaliflerine kadar herkesin kaybettiği “yer” neresidir? Nasıl oluyor da 12 yıldır kaybetmeye doymuyor Erdoğan karşıtları?
Bu sade sorunun sorulması “teknik” olarak zor değil, hatırlandıkça da soruluyor. Ancak sorunun ruhsal (ahlakî, felsefî ve bilimsel) anlamda sorululmasına yanaşılmıyor.
Dinle uyuşturulmuş kitlelerin kandırılarak oy verip Erdoğan’a kazandırdıkları yönündeki inanışların en “akkıllı teşhis” olduğu bir “entellektüel camia”dan bahsediyoruz.
Oysa nerede kaybedildiği üzerinde ruhsal olarak çalışmaya cesaret edilse, “Erdoğan çigisi”nin nerede kazandığına da ulaşılması zor olmaz.
Ünlü rivayetin burada anılması lazım:
Bir bilge, bir göletin başında oturmaktadır. Susuzluktan kırılan bir köpeğin devamlı olarak gölete kadar gelip, tam su içecekken geri kaçması dikkatini çeker.
İzler olayı.
Köpek susamıştır ama gölete geldiğinde yansımasını görüp korkmaktadır. Bu yüzden de suyu içmeden geri kaçmaktadır. Köpek susuzluğa dayanamayınca, gözlerini yumup hızla koşarak kendini gölete atar ve kendi yansımasını görmediği için suyunu içer gider.
Bilge düşünür, iki sonuç çıkarır:
1- Bir insanın istekleri ile arasındaki engel, kendi gerçeğinden korkmasıdır. İnsanlar bunu aşmadan hedeflerine ulaşamaz.
2- İnsanın, bir bilge bile olsa bir köpekten öğreneceği şey vardır
Erdoğan muhalifleri terbiyede kaybediyor, edecek. Çünkü tertbiyesizliklerinin “dehşet”inden korkmaktadırlar. Kastettiğimiz terbiye, oturuş-kalkış adabından nefsin insanlaştırılmasına kadar uzanan “beşbin yıllık bir yol”un henüz-girilmemiş tarlasındaki “Ben”in terbiyesidir.
Erdoğan, İslam felsefesinden toparlayıp derleyebildiği cüzî bir “terbiye”den bu kadar kazanmaktadır. Nefsin bu cüzî terbiyesinin bile aldığı yolu çalışıp, iğne ile kuyu kazar gibi bir yeniden insanlaşma terbiyesiyle “ben”i tanıştırmadıkça da, bu “çizgi” bütün eksik-aksak ve eğri-büğrülüklerine rağmen kazanmaya devam edecektir.
Tabi bu terbiye öyle sadece soyut bir terbiye değil. 12 yıllık Yeni Türkiye birikim ve kazanımlarının üzerine, 30 yıllık isyan örgütü olan PKK’nin bir “vekil”inin Türkiye Cumhurnaşkanlığı’na aday olmasına götüren Çözüm Süreci somutlaşmasının somut bir terbiyesidir.
Kaybedişin istikrarlı devamında CHP ve marjinal solun kaybedişini maalesef ciddiye alamayacağım. Çünkü O (tabanının bir kısmı hariç), Türkiye’nin geleneksel Sovyetik-faşist potansiyelidir, kaybetmeye devam edecektir. Etmelidir de.
Ama “Kendini bil, içindeki iktidarı yık” felsefesi temelinde yeni bir “terbiye” ile işe başlamaya niyet eden bir geleneğin “Demokratik Özerklik” gibi bir “öz-iktidar” trajikomedyasına varmasını ciddiye almaktayım. Yukarıdaki söz, Demokratik Toplum Hareketi’nin (sonra DTP oldu) ilk toplantı odasının duvarına, altında ismi yazılmaksızın yazılmış bir Öcalan sözü idi.
Ama “Kendini bil, içindeki iktidarı yık” felsefesi temelinde yeni bir “terbiye” ile işe başlamaya niyet eden bir geleneğin “Demokratik Özerklik” gibi bir “öz-iktidar” trajikomedyasına varmasını ciddiye almaktayım. Yukarıdaki söz, Demokratik Toplum Hareketi’nin (sonra DTP oldu) ilk toplantı odasının duvarına, altında ismi yazılmaksızın yazılmış bir Öcalan sözü idi.
Demokrasi, halkın kendisini dolaysız yönetmesi olarak üçbin yıldan bu yana teorik olarak tanımlıdır. Kimsenin “teorik olarak” itirazı yok. “Öz” kendi, “erk” iktidar demektir. Öz-erklikteki “erk”i “içindeki iktidarı yık” diyen Öcalan’ın “yönetim” anlamında kullandığını düşünürsek, “özerklik”ten öz-yönetim (kendini yönetim) kastedilmektedir. “Kendini-yönetim” de demokrasi olduğuna göre, Öcalan “Demokratik Demokrasi” gibi bir trajikomedyaya ulusçularca çekilmiş durumdadır:
İşin trajedisi, kendini bilmeye girişerek “içindeki iktidarı yık” diyen bir felsefenin, içinde iktidarın (erk) geçtiği bir “şey”i “temel stratejik hedef” olarak koymasıdır. Komedisi ise “öz-yönetim” olan demokrasininönüne “demokratik” koyuvermesidir. En eseflisi de, bu önderliğin Türk ve Kürt ulusalcılarını “tek tutacak dal” olarak görmeye devam etmesidir.
Dolayısıyla; Erdoğan karşıtlarının bu seçimlerdeki “toplu kaybediş”inin en hayırlı sonucu, Çözüm Süreci’nin tarafı olarak Öcalan’ın, IŞİD gereçeğinin “yeni” ışığında “Rojava Ekim Devrimi”ni ve gerici Türk Solu’nu 70’lerden kalma “bohça”sından çıkararak, Türk-Kürt sosyolojisi sosyal zemininde Türk-Kürt İttifakı’nın siyasal güncellemesini, kendisi ile aracısız diyaloga güç getirebilen Ak Parti’nin Yeni Türkiye’siyle yapmada kararlaşması olacaktır.
Güncel gelişmelerin somutunda söylersek; Kobani-Şengal-Mahmur’uyla Kürtlerin geleceğinin (Türklerinkiyle birlikte) 250 yıllık yalan olan “ulusal birlik” heyulalarında değil, güncellenmiş bir Dördüncü Türk-Kürt Sentezlenmesi’nde olduğuna vakıf olmaya başlamak, bu seçimlerdeki “doymaz kaybediş”in en kazandırıcı sonucu olacaktır.
Demirtaş’ın %9.8 sürprizi, marjinal solun yüzde sıfır-virgül küsuratlı oranını aşarak Türkiye Kürtleri için isyan eden hareketin Türkiye için de birşeyler yapma kapısını aralamıştır. Türk-Kürt ilişkilerinin sosyolojisi açısından bu, Öcalan’ın PKK üzerindeki çalışmasını kolaylaştırır.