Sevilen “moda” deyimiyle: “Önemli bir süreçten geçiyoruz.” Şüphesiz İngilizlerin herkese “Orta-Doğu” ettiği “Güneydoğu”muz önemli bir sürece tanıklık/yataklık ediyor. Araplara daha çok çetvelle, Kürtlere de ağırlıklı olarak “anladıkları” mayınlarla çizilen sınırların – yüzüncü yıllarında – anlam yitimini yaşadığı bir “süreç”... Yoğunca tartışılıyor, hakkıdır.
Ancak kanımca, hakketiği kadar tartışılmayan, hatta iç dinamiğiyle neredeyse hiç “iç”ine girilmeyen PKK’nin geçtirdiği süreçtir.
PKK, dünyada benzerine rastlanmayan bir inkâra itiraz/isyan örgütü olarak doğdu.
Türkiye’de Kürtlere 80 sene “siz yoksunuz, varsanız da Türksünüz” dendi. Bunun yaklaşık ellinci yılında (1974) Türkiye Kürtleri Öcalan’ın etrafında toplanan –proto-örgüt denebilecek– bir gençlik oluşumuyla itiraz etti. Altmışıncı yılında da (1984) PKK “parti”si olarak buna “hayır” dedi, isyan etti. Vietnam ve Latin Amerika deneyimleri temelinde bir “ulusal kurtuluş mücadelesi”nin Kürtçe-Türkçe versiyonuna girişti. Devlet (T.C.) bu inkârını, içinde insan dışkısı yedirmesi ve Diyarbakır zindanında lağam suyu içirmesi de olan “zengin” bir terör-şiddet ile yaparken, PKK buna mukabil “minder dışına taşmış” bir terör ve şiddetle karşılık verdi.
Başına örülen 15 Şubat 99 uluslararası operasyonu ertesinde “ulusal kurtuluş kapitalizmin bir mezhebidir” çıkarımıyla meseleyi kapattı.
Kürt inkârının –dolayısıyla meselenin çözümünün– hikayesi buradadır. Sorunun (inkârın) çözülmesine PKK isyanı vesile oldu. Bu nedenle Öcalan PKK’yi çözüm değil “sorunu ortaya çıkarma örgütü” olarak tanımlar. Ve 2002’de “aşmayan aşılır” felsefî kavrayışıyla “işlevini tamamlamış” PKK’yi feshetti. Bunu yapmaya girişirken “mayın eşeği” dediği kardeş Osman’ın KaniYılmaz’la birlikte örgütü İngiliz “himaye”sine alma girşimi sonucu oluşan örgütsel travma, Öcalan’a PKK’yi “felsefî merkez olsun” diyerek yeniden kurdurttu. Ancak örgütün “isyan örgütü” doğasına dokunamadı.
(Dileyenler bunun 30 yıllık “hikayesi”nin sosyolojisini geçtiğimiz ay yayınlanan doktora çalışmamızın Türkçe çevirisinden [Türkiye’nin Kürtleri: Kürt Sosyolojisinde PKK ve Öcalan, Profil, İstanbul] inceleyebilirler.)
Ol hikayet, o PKK şimdi bir “vekil”ini bu “TeCe” cumhurbaşkanlığına aday etti.
Sonuna doğru söylemeyi düşündüğüm şeyi burada söylemem daha yerinde olur sanırım: Demirtaş’ın adaylığı “ben sezgilerimle politika yaparım” dediği tarzıyla klasik bir Öcalan operasyonudur. Çünkü Selahattin Bey’in “davranış/konuşuş sistemi”nde – ve sunuluşunda – (akibeti öyle olacak demiyorum, öyle olmasının önüne geçilmesi için söylüyorum) Kani Yılmaz’ın kabartılma periyodu ile trajituhaf bir benzerlik dışavuruyor.
Kabartanların kimliğine baktığımda trajikomik yerine Türkçeye henüz girmemiş “trajituhaf” demeyi daha uygun buldum. Kürtlerin Hürriyet’ine öykünen Özgür Gündem gazetesi, CNN-Türk’ün “13 bin 872 kişi” arasında yaptığı “anket”i, “CNN’in Anketinde Demirtaş Birinci” başlığı ile ciddi-ciddi haber yaptı: “Demirtaş yüzde 52.83, İhsanoğlu yüzde 30.27, Erdoğan ise yüzde 16.9” sonucunu 1 Nisan şakası emaresi bırakmayan bir ciddiyette yayınladı.
CNN-Türk’ün, Öcalan’ın “Gladyo Parçacıkları” dediği – ve kendisini 2012’ye kadar oyalayıp AK Parti iktidarına karşı “ihtiyat kuvvet” olarak kullanmak isteyen – Ergenekon’un medyasının “görsel” ayağı olduğu biliniyor. Buna şimdilerde Pensilvanya ve marjinal-sol medyası eklendi. Onlar da yerel seçimlerde adeta “medya palyaçosu”na çevrilen ve Kremlin önünde tanka çıkan Yeltsin’in Taksim-kepçe branşı olarak sunulmak istenen S.S. Önder Bey’in kabartılmasında epey bir “görev” yapmış; ancak hayatın gerçekliği kendilerine BDP’nin İstanbul’da aldığı ortalama Kürt oyunu bile bahşetmemişti. (Burada da Öcalan-PilotNecati ilişkisi incelenmeye muhtaçtır. Bu sebeple bu yazıyı, Özgür Gündem’in arada bir servis ettiği “fotograf” altında vermeyi önerdim.)
Selahattin Bey’i aday etmesi, Öcalan’ın Türkiye Kürtleri’ni ulusal kurtuluşçuluk (devletçilik) “katar”ından indirme hamlesidir. Doğru ve tarihî bir hamledir. Bu sayede “ulusal kurtuluşçuluk”tan kopamayarak PKK’nin bu “hikaye”sini Öcalan’dan “okumak”tan – maalesef – en uzak durmanın özgün Kandil figürü olarak beliren Karasu bile, Türkiye’nin “bir zamanlar Şamgen”ine atfederek (Ö.Gündem, 18.07.2014), Kürdistan’ı bölen sınırların “dokunulmadan anlamsızlaştırılması”ndan sözeder noktaya geldi.
Ama PKK içinde konumlanıp kurumlaşan Sovyetik Kürt milliyetçiliği (devletçiliği) Öcalan’ın Demirtaş’ı aday etmesini Lenin’in Stalin’ine çevirmek istiyor. Kendisinin de bu sürece “Ekmel” olmayı sindirmiş olduğu anlaşılıyor. Ö.Gündem gazetesinin eski bir yöneticisi, adaylık sürecinin hazırlanmasında Selahattin Bey’in “kendisini dayatarak” iki dönem şartını by-pas ettiğini aktardı. “Vizyon” toplantısındaki konuşmasının temel “üç pas”ı eski Gündem gazetecisini doğrular niteliktedir. Alevi oyu merkezli Gezi ve marjinal-sol “pas”sından Paralel Yapı’ya “orta”sı, Demirtaş’ın Öcalan’ın “demokratik Türkiye ulusu” perspektifine değil, eski ve yeni Ergenekon’un “Kürtlerin yeni/genç lideri” projesine gönlünü kaptırdığı yönüne işaret ediyor.
Öcalan fiziken yaşarken Türkiye Kürtleri sosyolojisinin ikinci bir lidere şans vermeyeceğini, konuyu çalışanlar bilir. Öcalan’ın Türkiye’ye teslimi sonrası Osman-Botan-Kani üçlüsünün bu mealdeki güçlü umutlarının akibeti de biliniyor. Dolayısıyla adaylığı boyunca Ekmel Bey’in en yerinde “iş” olarak yaptığı “İslam’ın altıncı şartı haddini bilmektir” hatırlatmasını yeniden hatırlamaktan öte, hiç unutmamak gerektiğini söylemek daha yerindedir sanırım.
Ayrıca, bu derin arzular uğruna Diyarbakır’da “Önderlik seneye bu zaman burada size hitap edecek” türünden Türk milliyetçiliğine atılan “pas”larla Öcalan’ın fiilen politika yapmasını “öldürme” çabalarına Türkiye Kürtleri nasıl cevap verecek, izleyip göreceğiz.
Önemli bir Savunma’sının önemli bir yerinde “artık ölüp-öldürme değil yaşayıp-yaşatma zamanıdır” der. Öcalan PKK’yi bir isyan örgütünün kaçınılmazlığı olarak ölüp-öldürme örgütü olarak kurdu: “Bir Kürt gencini ülkesi/halkı için ölmeye hazır hale getirmek benim sanatımdır” demişti 1990 başlarında. Ama 15 yıllık yaşayıp- yaşatma örgütüne dönüştürme çabalarının elegelir bir sonucunu alamamaktadır.
Bir elegelir sonuç için, sanırım, halkı aptal hesabetme aptallığının tarihsel trajedisini yaşayan – dolayısıyla marjinallikten kurtulamayan – Türkiye’nin 60-70’ler “Sol”undan ümit kesmesiyle işe başlamak anlamlı olabilir.
Çünkü Öcalan’ın da tarihsel trajedisi, “Gladyo Parçacıkları”nin bir saçağı halindeki marjinal-solun malzemesiyle nohuttan mercimek çorbası yapma umuduna garkolmasıdır.
Kendisiyle tam 18 yıl önce (15.07.1996) PKK’nin değişimini tartıştığımız “ikinci diyalog”da “Kürdistan sömürgedir” iki kelimesinden yeniden insanlaşma arayışlarına nereden gelindiğini sormuş, “Bir yere girmek için kilidi çevirirsin, o sözler o zaman bir kilit idi... sonrası görülmeye değer” cevabını almıştım.
Yaklaşık 23 yıldır Öcalan önderliğini çalışırım, incelerim; gerektiği yerde savunurum. Ve eleştiririm. Yani “dost acı söyler”im. Ve tarihi yaşarken tarihe gömdüğü “devrim” ve “ulus” kavramlarını yeniden tedavüle çıkarmasını onun için affedemiyorum.