Hür HABER - Türkiye'nin Online Haber Platformu

Hür HABER - Türkiye'nin Online Haber Platformu

Hür Haber, Türkiye ve dünyadan önemli olan Son dakika, Güncel, Teknoloji, Magazin ve Siyaset haberlerini okuyabilirsiniz.

SON DAKİKA
Sol Ok
Sağ Ok
Menü
Ara
Facebook Twitter
ANASAYFAGÜNDEMSİYASETSPOREKONOMİ SEYAHAT TEKNOLOJİ YAZARLAR FOTO VİDEO

Ali Kemal Özcan

Bütün “Kadife” darbeler çözümü hedefleyecek

Facebook Twitter Linkedin WhatsApp Tumblr Yazdır Büyüt Küçült
"Newroz Mektubu”nu müteakiben Başbakan’ın Diyarbakır buluşturması, devletleşme sürecindeki ilk Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Kürt meselesini kendi iç-iradesiyle çözmek istediğinin “yedi düvel”e resmî ilanı omuştu. Yedi Düvel’in de mesajı “iyi” aldığı, seçimlere yaklaştıkça daha sarihleşeceğe benziyor.

30 Mart seçimleri odaklı “altın vuruş” operasyonu olarak planlanan 17 aralık organizasyonunu “Hükümet–Cemaat çatışması” merkezinde tartışmak, bir yandan Cemaat’in siyasal ve sosyolojik sınırlarını abartıp manipüle etme maksadına mühimmat taşırken, diğer yandan Operasyon’un “uluslararası komplo” örgüsünün gerçek boyutlarının görülmesine engel olmaktadır.
Tartışmanın taraflarının iddiaları biribirine zıt iki önermede özetleniyor. Operasyonu başlatan taraf olarak, iktidarını kaybetme sürecinin sonlarına yaklaşan Ergenekon cephesinin (Cemaat’i sahaya süren asker-sivil Kemalist versiyonlar) iddiası: “Hükümet yolsuzluk yapmaktadır, yolsuzlukları ortaya çıkarma mücadelemizi de uluslararası komplo ile darbe girişimi şeklinde niteleyerek yolsuzluklarını gizlemektedir.” Devletleşme sürecinde epey yol alan Hükümet ise “Bunların derdi başka” başlığı ile “Mesele yolsuzluk değil, inceltilmiş hedef Başbakan Erdoğan, nihaî hedef ise Türkiye’yi İstanbul-İzmit merkezli montajcı komprador (işbirliki) kapitalizmden Anadolu Sermayesi merkezli  yerel kapitalizmin örgütlü gücünü yürüten AK Parti ‘beyin’inin dağıtılmasıdır” demektedir.
Bi iki karşıt iddia biribirlerini çürütmek için hararetle tartışmaktadırlar. Dikkat edilirse taraflardan Hükümet, uluslararası organizasyonun “sofistike” hamleleri karşısında kimi yerlerde basiretini de kaybederek yolsuzluk iddialarının üzerine gitmekte “gevşek” davranırken; “yarım” veya “çeyrek” ağızlarla da olsa “yolsuzluklar ihtimâli”nin üzerine gideceklerini epeyce tekrar edegelmektedirler. Ancak ne istisnasızdır ki,  daha pervasız ve gürültülü bir performans sergileyen Ergenekon ve onun yedeğine düşmekte beis görmeyen Cemaat medyası, “Ya arkadaşlar” veya “Ey millet” diye başlayacak; “Bizim yolsuzluklar üzerine giden bu cansiperane  çabalarımızı, herşeye rağmen büyümekte olan ülkemizin büyümesini durdurmak için içerde-ve-dışarda birileri tarafından bir çelme olarak kullanılabilir” gibi bir ihtimale hiç –ama hiç– şans vermemektedir. Canlı ve cansız yayınlarıyla canhıraş çalışan CNN ve BBC “kutu”larının   ayakkabı kutularından “kilometrelerce” kez daha somut veriler saçmalarına rağmen...
Kanımızca, sadece bu “sıfır ihtimâl” verisi, seçimlere kadar –evet seçimlere kadar– yolsuzlukların üzerine gitmeyi kenara bırakacak kadar “anlayana sivrisinek saz” bir uyarıdır. “Yolsuzlukların üzerine gitmeyi kenara bırakma”nın altını çizerek söylediğimi eklerim: zamanı geldiğinde tarihî, sosyolojik ve felsefi boyutlarıyla gündemin başına almak üzere... Çünkü yolsuzluk iftira ve gerçekleri, Çözüm Süreci’ne doğrultulmuş topun mermisinin arkasına yerleştirilmiş itme gücü en yüksek “barut”tur burada. Kaldı ki yolsuzluk alçaklıksa iftiraalçaklığın karesidir.
Dolayısıyla; seçimlere kadar yolsuzlukları bir kenara bırakmayı –yani “örtme”yi– namus ve şeref borcu adderim.
Yüz yıldır Ortakvatan’ın bağrında iş tutan “küresel sistem”in o pis parmaklarının içimizle oynamasından artıkçekilmesini istemek böyle bir “şey”dir...
Ama bu yazının asıl konusu bu değil: 7 Şubat operasyonundan bu yana girişilen bütün “kadife” darbeler  Çözüm Süreci’ni hedefledi. Ve seçimlere kadar fırsat buldukça yeltenilecek bütün “yolsuzluk” eldivenli darbeler, Erdoğan ve hükümetine “sen bu sorunu bizsiz bizegöresiz çözemezsin” demeyi hedefleyecektir. Ve bu “hedef” yolunda değerlendirilmeye en açık zaafiyeti ise, Kürt cephesi kullanıma sunmaktadır. Konumuz budur burada.
***
Bilindiği gibi, 2013 Diyarbakır Newroz’una sunduğu –hakkını vererek söyleyelim– manifesto niteliğindeki mektubunda Öcalan iki kritik “şey” söyledi. Bunlardan ilki, güç ve şiddet kullanımı ile ilgili olmuştur: “...Bu fedakarlıkların, bu mücadelelerin hiçbiri boşa gitmedi. Kürtler özbenliğini, aslını ve kimliğini yeniden kazandı. “Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun’ noktasına geldik.” İkincisi ise Misak-i Milli’nin “manevi sınırları” ve Türkler ile Kürtlerin birlikte kazandıklarını söylediği Kurtuluş Savaşı’nın daha “derinleşmiş bir türevi”nin  güncelimizde yaşandığını söylemesidir: 

“Son iki yüz yıllık fetih savaşları batılı emperyalist müdahaleler, baskıcı ve inkârcı anlayışlar, Arabî, Türkî, Farısî, Kürdî toplulukları ulus devletçiklere, sanal sınırlara suni problemlere gark etmeye çalışmıştır. Tıpkı yakın tarihte Misak-ı Milli çerçevesinde Türklerin ve Kürtlerin öncülüğünde gerçekleşen Milli Kurtuluş Savaşı’nın daha güncel, karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.”
Bu günlerde 15 yıl öncenin İmralı sorgulamalarındaki görüntüleri “Kürtleri satan adam” başlığı altında montaj Öcalan görüntülerini servise koyuyor zamanın Ergenekon hücreleri. Aydınlık gazetesi’nin Ergenekon merkezi bu mealde Öcalan’ın İmralı “kripto”larını yayınladı, devam edecek. Bu Aydınlık’ın “eski dost”larından G.Aslan Özgür Gündem gazetesinde iki hafta önce bir “ismi bizde saklı değerli akademisyen”in bir “öngörü”sünü yayınladı:
“Görüşlerine önem verdiğim siyaset analizcisi bir akademisyen, Türklerle Kürtler arasındaki savaşın 2015’te yeniden başlayacağını ve 2030 yılına kadar devam edeceğini söylüyor! ‘Küresel sistemin uzun erimli bir Türk-Kürt savaşı sürdüreceğini’ ileri sürüyor ve ‘sistem regresyon projelerini buna göre yaptı bile’ diyor! Buradan hareketle de Kürtlerin iç sorunlarını bir [an] önce çözmelerini ve makro projeler üretmelerini salık veriyor.” (Özgür Gündem,22.01.2014)
Yaşanan “uyumlu tesadüf”ler eşliğindeki bu “zamanlama manidar” yazısı, yazının yayın zamanı, yeri ve sahibi, yazıda söylenenlerden daha da önem arzediyor. Aydınlık’ta yetiştiği bilinen bu Ö.Gündem yazarının yazısı, aralardaki “baharat” cümlelerin sosu eşliğinde “Küresel Sistem’in buna ne kadar kararlı ve hazır olduğu” mesajını sıkı-sıkıya işledikten sonra, “başka çaresi olmayan” Kürtlerin buna nasıl hazırlanması gerektiğini Kürtlere “salık” veriyor.
“PKK’nin televizyonu” olarak anılan ve adeta Ergenekon’un “sol yedeği” ekrarına dönen İMC Tv’nin programcısı ısrarla “üç konuk”una (C.Aktar, M.Altan, H.Cemal), “Tamam, diyelim Erdoğan ve ekibi gitti, Çözüm Süreci kiminle devam edecek?” diye – nasıl olduysa tüm cesaretini toplayarak – soruverdi. Üçünden de cevap: “Bunlar bi gitsin, gerisi Allah kerimdir” anlamına gelen “Süreç devletledir” dediler bu 60-70’lerindeki akademisyen ve gazeteciler... Bu “duayen”ler “Erdoğan ve ekibi”den geriye kalan “devlet”in sadece Ergenekon “parça”ları olduğunu bilmiyorlar mı? 
Tam “buralar”da, Öcalan’a bağlı olan PKK tabanındaki ezici çoğunluğa ve “Önder Apo”larına bağlı olduğu iddiasındaki yönetici kadrolarına şu sorulacak: “Peki Ö.Gündemi’in Kürtlere “tek seçenek” gibi sunduğu bu15 yıllık savaş ‘ihtimal’inin sonunda, 67 yaşındaki Öcalan’a İmralı’da ne olacak?” Bu sorunun da cevabı var mı sizde? PKK’nin yönetimindeki “Başkan Apo”nun “kurucu yoldaşları” bu soruyu yazıyı yazan yazarlarına sordular mı?
Yine Demirtaş, Bayık’ın röportaj dizisinin hemen ertesinde “Başbakan giderse de ‘Kürtler illa silaha sarılır’ diye bir şey yoktur. Sonuna kadar müzakere süreçlerinin arkasında olacağız” deyiverdi. (Vatan, 6 Şubat 2014) Peki Bayık ve “Başkan Apo”nun diğer “kurucu yoldaş”ları bu eşbaşkanlarına “kiminle müzakere süreçlerinin arkasında sonuna kadar duracaksın?” diye soruyorlar mı, sorup aldıkları cevapları var mı? Varsa “bazı” cevaplar, biz Kürtlere ve Türk halkına açıklasınlar da, biz de Erdoğan’ın bir an evvel gitmesi için bu topyekün mücadelelerine katılalım. Ama kazın ayağı öyle değil...
PKK kurucu kadrolarının psikolojik “arka-oda”larının derinliklerinde Öcalan’ın Dördüncü Türk-Kürt İttifakı çizgisi değil, PKK’yi içerden-ve-dışardan sarmış devletçi/ulusalcı “Osman-Botan çizgisi”ne meyil çok daha “zımnî” bir yer edinmiştir. Bayık, Demirtaş ve G.Aslan’ın cümlelerinin “ortak aklı” adeta “hepimiz Erdoğan sonrasına hazırız” der gibidir.  Oysa bırakın PKK ve Ergenekon’u, Öcalan’ı İmralı’ya getiren “küresel sistem” dedikleri “uluslararası komplo” güçlerinin bile “Erdoğan sonrası”na hazır olmadığı daha belirgindir. Bunu anlamak isteyene Avrupa’da da İngiltere ve Amerika’da da yeterince veri mevcuttur. Gezi ile “halklaşan” girişimlerinin “ya tutarsa” hazırlığı ile olduğunu anlamamak için, ya iktidar kaybetmiş Ergenekon ya da iktidar “ufku”na yaklaştıklarını sananKürt ulusalcıları kadar hezeyandan izan kaybetmiş olmak gerekir.
Onyıllarca “PKK’ye evet Öcalan’a hayır”a yatırım yapan “Küresel Sistem”in adeta mal bulmuş mağribi gibi Cemaat “sermaye”si üzerinden “AKP’ye evet Erdoğan’a hayır” projesine yüklenmiş durumdadır. Burada herkesten önce PKK’nin “kurucu yoldaşlar”ı ciddi olmalı, “titreyip kendine dön”erek profesyonel yalancı “Önderlikçi”lerin diline-ve-eline mukayyet olmak zorundadır.
Mevcut PKK’nin önde gelen figürleri arasında fiilen işleyen saklı-milliyetçilik siyasetinin içselleşmesinin boyutu,“İmralı Önderliği”nin geleceği ve Türkiye’nin PKK sorununun –dolayısıyla Türk-Kürt ilişkilerinin– kaderi üzerinde önemli bir rol oynayacaktır. Cemil Bayık, birkaç ay önce bir haftada iki kez şunları söylemişti: “Eğer ileriye dönük bir adım atılmazsa, çekilme duracaktır” (Özgür Gündem, 28 Ağustos, 2013).
Ve durduruldu çekilme... Geçtiğimiz günlerde yine Bayık, Ruşen Çakır’a uzun uzun “AKP ile Cemaat” arasına taraf olmayacaklarını anlatmaya çalışırken şunları da söyledi: “Kürt sorununun siyasal çözümü sürmezse ... tabii ki çektiklerimizi  sokarız. Hâlâ daha o düşüncedeyim” (Vatan, 3 Şubat 2014). Nasıl söyler bunu? Öcalan iki sayfalık Newroz mektubunda, “Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun’ noktasına geldik” derken, “Hükümet yanlış yaparsa, silahları yeniden konuşturmak üzere” diye bir satır veya arası var mı?
Nasıl oluyorsa, “Newroz Mektubu ile ‘fikirlerin konuşma dönemi başladı’ diyen ‘Rêber Apo’ya ölümüne bağlılar olarak, neden fikirlerin konuştuğu bir sivil ‘tehdit’ aklınıza gelmiyor?” benzeri bir soru, uzun-uzadıya sohbet boyunca yine “duayen” gazetecilerden Çakır’ın da aklına uğramamış! Gerillanın geri dönüşünün “haber değeri” daha cazip...
Diğer bir zekâsal ve ruhsal cepheden: “Hükümet bu süreçte yanlış yaparsa biz sillahın susturulduğu siyaseti nasıl konuşturacağımızı biliriz” demek Bayık’ların neden akıllarına gelmiyor? O Newrroz’a gelen millyonlarca insanla, diyarbakır’daki  %60’a yakın gibi aktif bir kitle desteği çoğunluğuyla, 30’a yakın adet Örgüt-vekili, 100 cıvarında belediye başkanı ve bir o kadar da “eş”iyle neden vurdusuz-kırdısız bir sivil “tehdit” üzerinde düşünmek akıllarının köşesinden geçmiyor?
Bütün bunlar, Öcalan’ın Newroz Manifestosu’nda yine Yedi Düvel’e ilan ettiği Türk-Kürt ittifakı tarihsel perspektifini boşa çıkarmaya kilitlidir. Ve Öcalan’ın “kurucu” yol yolcuları, eğer tarihe birer Brütüs olarak geçmek istemiyorlarsa, şapkalarını önüne alsınlar, üstüne de Ergenekon’un Aydınlık komitesinin son günlerdeki “Kürtleri satan Öcalan” montajlarını koysunlar. Ve yeniden bilinçlerinin arkalarına uzanarak yeni “muhasebe”lere zaman kaybetmeden girişsinler. Kendi gelecekleri için de bu elzemdir...
Ama tarihin acı cilvesi gibi görünüyor ki; böyle bir “boşa çıkarma”ya Öcalan’ın kendisi tarafından yol verilmektedir. Mesela Bayık’ın, Karayılan’ın yerine geçmesinin hemen ertesinde, “silahlı siyasetin canlı dönüşü” anlamındaki “çekilmeyi durdurma” tekrarlamasına rağmen, Öcalan herhangi bir tepki verme yerine, bir müddet suskun kaldıktan sonra destekleyici “ima”larda bulunmuştur. 13 Ocak 2014 tarihli BDP vekilleriyle görüşmesi sonrası basına yansıyan yazılı açıklamasında, 17 Aralık yargı-polis uluslararası operasyonunu kastederek “Ülkeyi bir darbe ateşiyle yeniden yangın yerine çevirmek isteyenler bizim bu ateşe benzin taşımayacağımızı bilmelidir” demeden önce, bu dediklerini hiçleyen şu cümleleri seçerek sıralamıştır:

"Tarihi bir sonuç almak üzere başlattığımız bu sürecin geldiği noktayı şöyle tanımlayabilirim. Savaş bir cehennem ise barış cennettir. Biz, bir ayağımızı cehennemden çıkarttık ama diğer ayağımızı da çıkarma konusunda ortaya konan engeller mani olduğu için Araf’ta beklemekteyiz... Bizim barış irademiz tüm engellemelere rağmen başlattığımız günkü kararlılığındadır. Fakat şu da bilinmelidir ki, Araf’ta sonsuza kadar kalınamaz
 (Özgür Gündem, 13 Ocak, 2014).
Yani asıl hayatî gerçeklik, Öcalan’ın “kendini dememiş/yapmamış” kılan ve önderlik geleneğinin derinliklerine sirayet etmiş “taktik esneklik” sınırsızlığından PKK’nin “derin” ulusalcılarının olabildiğince beslenmesidir. Çokça tekrar ettiği “Benim teorim keskin ama pratiğim esnektir” söylemini PKK ulusalcılarının “Önderlik böyle söyler,ama...” ile  söylenmemiş hükmüne düşürdüğü gerçeği, örgütün en müzmin geleneği haline gelmiştir. Öcalan, tabiri caizse, “siz benim dediklerime ve yazdıklarıma bakmayın” anlamında boşluklar yaratınca, PKK ulusal kurtuluşçuları bu “boşluk”tan örgüt içinde kendilerine yeterince “doluluk”lar üretebilmektedir. 
Burada da Öcalan’ın hem önderliksel hem de bireysel handikapı kendini dışavurmaktadır. Bir sayfalık bir yazılı açıklamada alt-alta hem “Darbe ateşine benzin taşımayız” hem de “Araf’ta beklemekteyiz” diyebilmektedir. Daha açık ifade ile “Bu silahsızlık ve şiddetsizlik hâlinde daha fazla kalamayız” demeye çalışmaktadır. Örgüt’ün “geri çekilmeyi durdurma” kararına “talimatımsı” zemin hazırlayan da bu ve benzeri söylemleridir.       
Oysa, bu tür tehditler yerine, “Biz dünyanın en büyük ordularından birine yenilmediğimizi dünyaya gösterdik, bu devlete/orduya karşı nasıl bir sivil çalışma ile direneceğimizi aynı dünyaya gösteririz” benzeri “tehdit”ler üzerinde yoğunlaşması Öcalan’ın hem liderlik ve kişisel geleceği, hem de PKK sorununun geleceği, dolayısıyla Türk-Kürt ilişkilerinin yeni bir formata alınarak Dördüncü Tarihi İttifak’ın siyasî zemininin geleceği açısından daha “güvenli” ve daha sonuçalıcı olur.
Böyle bir saikle sadece Türk-Kürt ilişkilerinin kaderi bağlamında değil; Öcalan’ın kendi şahsî ve liderlik kaderi anlamında da çatışma, sillah, şiddet ve kaosu çağrıştıran (aba altından sopa gösteren) söylem ve ifadelerden kaçınıp sivillik, sivil-toplumsal çalışma ve kırıp dökmeyen “eylemsellik”lere yoğunlaşmış analizlerine yönelmesi hayatî önemdedir. Çünkü Öcalan’a “yaşarken” siyaset yapma fırsatı verecek olan savaş/çatışma değil, kırıp-dökmeyen sivil çalışmadır: şiddet yoluyla siyaset O’nu İmralı’ya gömer. "Konsorsiyum"un hedefi de budur.
Şüphesiz, “Tarihte Zorun Rolü” (İlk temel kitaplarından birinin [1983] adıdır) ile işe başlayan ve otuz yıl boyunca “siyasetin en yoğunlaşmış biçimi” olan savaşla işleri yürüten bir örgütlenmenin yaratıcısının ruhsal ve felsefî olarak fiilî “sivillik”e geçişinin zorluğu aşikârdır. Ancak, hem doğru hem haklı hem de güzel olan “doğum”lar, bütün doğumların zorluğu gibi “şiddet zoru”ndan değil, “meşakkat zoru”ndan doğduğu bilinmektedir.
Devletşmede hayli yol alan, ancak hâlâ büyük risklerle kucak-kucağa olduğunu 17 Aralık süreciyle anlama musibetleri dizisinin altında sarsılan Erdoğan ve Hükümeti de, İmralı ile ilişkilerini “ciğeri kediye teslim etme” tarzından vazgeçmenin yolları üzerinde bir “şapka önüne alma” işine girişmek zorundadır. Çünkü bundan sonraki her darbe hamlesi, “kadife”leri daha elden geçirilmiş biçimde, hedeflerini biraz daha İmralı/Öcalan zaafiyetleri üzerinden Çözüm Süreci’ni hedefleyecektir.
Cemaat üzerinden girişilen operasyonları Ak Parti ve devletinin aşması, hatta bu operasyonu hem partisinin hem de Türk-Kürt ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi zemininin güçlenmesi yönünde değerlendirmesi zor olmayacaktır. Fakat “ciğere kilitlenmiş kediler” veya “et derdindeki kasaplar” üzerinden Öcalan/İmralı zaafiyetine uzanmış bir “konsorsiyum” operasyonunun altından ne Ak Parti’nin ne de PKK’nin “yedi ceddi” kalkar. Gülen’in BBC’ye “PKK-Öcalan’la görüşülebilir” pasından “Sistem”in buna hazırlandığı mesajını almamak gaflet olur.
Herkes paniksiz bir ciddiyete dönmeye hemen geçmek zorundadır... Yoksa “küresel sistem”in nasıl “hazırlıklı ve kararlı” olduğunu duyuranlar kazanır. Ve bunun en altında Kürtler kalırken, bundan en fazla kaybedeceler de Türkler olacaktır.
 
 
ALİ KEMAL ÖZCAN DİĞER YAZILARI
 ÇOK OKUNANLAR
Hurhaber.com'da yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır. Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait yazılardan dolayı Hür Haber sorumlu tutulamaz.

ANASAYFA | GÜNÜN HABERLERİ | KÜNYE | REKLAM | RSS