Tabi ki bilmez.
Zaten sorun da akademisyenlerin “her şeyi bildiklerini” sanmalarında.
Akademisyenler demişken Türkiye'deki tüm akademisyenleri bu kategorinin içine katmıyorum, katmadığım gibi de her cümle başında “bazı” demek abes olacağından “akademisyenler” derken bir genelleme yapmadığımı baştan ifade edeyim.
İşin aslı Türkiye'de akademisyenlerdeki tuhaf kibir ve entelektüellik takıntısından sıkıldım.
Nedir entelektüellik örneğin?
Eğer bir kafede elinde pipo, boynunda kaşkol ile oturup mocha yudumlamaksa meşhur tabirle “batsın böyle entelektüellik”
Halka bu şekilde iki üç cümle söylersin de meramını anlatamazsın, anlatamadığın gibi de komik duruma düşersin.
Hadi bunu geçelim.
Üç makale okuyup bu makalelerden toplumun pek fazla bilmediği, bilse bile gündelik hayatta pek işine yaramayacağı acayip beş kavram söylemen de pazardaki domates fiyatı hakkında pek bir bilgi vermez.
Halka sen bu kavramlarla gidip sonuç almayı bekliyorsan zaten baştan kaybettin demektir ki zaten bu akademisyenlerin halka ulaşmak için de bir mücadele içerisinde olduğunu sanmıyorum.
Eskiden solcu akademisyenler de bir takıntı vardı: “Devrim gelecek ve devrimden sonra her şey güzel olacaktı”
Tabi devrimin ne olduğunu ve devrimden sonra güzel olacak her şeyin ne olduğunu hala şuana dek pek anlayamadık ama bir de bu yetmezmiş gibi vatandaşa “emperyalizm, kapitalizm, enternasyonalizm” gibi cool kelimelerle gitmeyi marifet sayarlardı.
E sen bu kelimelerin ne manaya geldiğini zaten tam olarak bilmiyorsun, bir de bu kelimelerle gittiğinde halkın senin çizdiğin “çağdaş” yolda gideceğini sanıyorsun.
Bu kafayla gittikleri için zaten marjinal kaldılar, oy verdikleri partiler %0,1'i geçemez oldu.
Halk deyip halktan oy alamadılar, alamadıkları gibi süslü cümlelerle konuşmayı da bir ayrıcalık sanmaktan öteye gidemediler.
Eskiden solcular böyleydi, şimdi ise solcu olmayan birtakım akademisyenlerin havalarından geçilmiyor.
Öyle bir hava ki sanki kendileri olmasa Türkiye'nin Somali falan olacağını zannediyorlar.
Garip bir şekilde bu duruma inanmışlar.
Kibirlerinden vazgeçemedikleri gibi toplumdan da bir o kadar uzaklar, uzak oldukları gibi de aslında toplumu aşağıladıklarının farkında değiller.
Entelektüelliğin ne demek olduğunu bilmeden, entelektüellik hakkında ahkam kesip entelektüelin ne mühim bir şey olduğunu anlatıp duruyorlar.
Vakti zamanında “sanat sanat içindir, sanat toplum içindir” fikir ayrılığının “bilim bilim içindir” versiyonunda duruyorlar.
Bilimden kastım da kimse kusura bakmasın da copy-paste tezlerle doçent, profesör gibi unvanlarının dayanılmaz hafifliği içerisinde “dünyaları ben yarattım” havalarında dolaşmayı da marifet sayıyorlar.
Halka uzaklar, bir o kadar da dört duvar arasında üç-beş makale okuyarak halkın tüm anatomik ve sosyolojik yapısını çözdüklerine inanıyorlar.
Ahmet İnam'ın dediği gibi “bildikleri için profesör olmuyorlar, profesör oldukları için biliyorlar”
Hal böyle olunca hem havalarından geçilmiyor, hem de kibirlerinden yanına yaklaşılmıyor.
Yanlarına yaklaşılmadığı gibi sonu “loji ve izm” ile biten kavramlarla cümle kurdukça da dünyadaki her şeyi biliyormuş gibi bir hava taslayıp halktan kendilerini anlamasını bekliyorlar.
Çok beklerler!
Üç-beş yabancı menşei kelimeyi cümle içinde kullanmakla bu ülkede akademisyen olmanın dayanılmaz bir hafifliği ve prestiji oldu.
Oysa bilimi bilim için yapacaklarına bilimi halk için yapsalardı halktan söylediklerine kulak vermelerini bekleyebilirlerdi.
Zaten halk onların sözlerine kulak vermeyince sinirlenip Kemalistlerin klasik zihniyet yapısı olan “halk anlamıyor, halk yeterince entelektüel değil” pozisyonuna düşmekten de kendilerini geri alamıyorlar artık.
Akademisyen olmak makaleleri dört duvar içindeki bir sınıfta tartışmaksa şayet akademisyen olmanın idealizmi de aynı şekilde bunları halkın gündelik hayatına entegre etme noktasında yatıyor.
Böyle bir derdin yoksa sırf tüm bunları bilim için yapıyorlarsa anlarım ama bilim için yapmadıkları halkı aba altından sopa göstererek aşağılamalarında saklı.
Demek ki halka ulaşmak istiyorsun ama üç-beş tuhaf kelimeyle kendini ayrıcalıklı zannedip halka ulaşma noktasında sıkıntı çekiyorsan problemi halkta değil kendinde arayacaksın.
Kendinde araman gereken ilk özellikte o üç-beş cool kavramla insanların seni dinlemek zorunda olmadığını baştan kabullenmen olacak.
Böyle bir dertleri olduğunu sanmıyorum, şayet olsalardı zaten okumuş oldukları birkaç makalenin konforuna sığınmazlar, bu makaleleri bu toplumun kültürüyle nasıl harmanlayabilecekleri üzerinde çalışırlardı.
Bu şekilde bir çalışmaları olmadığına göre halkın kendilerine kulak vermelerini beklemeleri de abesle iştigal bir durum oluyor.
Tüm bunları söylerken sevdiğim, saydığım ve aynı şekilde sevip saydığımdan haberdar olan akademisyenler üzerine asla alınmasın.
Bu yazılanları üstüne alınacaklar bellidir.
Muhtemelen üstüne alınması gerekenler de üstüne alınmayacakları için bir çeşit akademisyen lobisinin linç kampanyasına konu edilmeyeceğim.
Üstüne alınmak isteyen olursa da atalarımız boşuna dememiş “yarası olan gocunur” diye.