Birçokları gibi bende Abdülhamit Han ile Recep Tayyip Erdoğan arasında fiziki ve siyasi yaşanmışlıkları bakımından benzerlikler bulanlardanım.
Şimdi bazıları Erdoğan'a olan ön yargıları nedeniyle bu benzetmeyi dahi evirip çevirdikten ve kendilerince de bir kalıba koyup şekillendirdikten sonra ifade edilmek istenilenin tam tersi saçmalık derecesinde işlerine gelen yorumları çıkartacaklarına ve yanlış anlayacaklarına hiç şüpheniz olmasın.
Onlar yanlış anlayacaklar diye doğruları dillendirmekten geri durmak ekmeklerine yağ süreceği için her zaman, her şartta her doğrunun dosdoğru söylenmesi gerektiğine inananlardanım.
Yalan söylemeyi meslek edinmiş, bugün söylediğini yarın inkâr edecek kadar kişiliği gelişmemiş olanlardan doğruları da eğip bükmeden söylendiği gibi anlamaları ve değerlendirmeleri dürüstlüğü elbette ki beklenemez…
Zamanında Abdulhamit Han'a yapılan entrikalar, siyasi itibar suikastları; düzmece senaryolar ile sun'i olarak ortaya çıkarılan olaylar ile yapılan algılar, Kızıl Sultan diye yakıştırmalar bugün üç eksiği beş fazlası ile Recep Tayyip Erdoğan' a yapılan, yaşatılan ve diretilen olaylar siyasi ayak oyunlarındaki benzerlikler bu kadar da mı olur dedirtecek cinstendir…
Abdülhamid Han tahta çıkmadan önce Maslak çiftliğinde toprak işleriyle meşgul oldu. Burada koyun besledi, maden işletti, borsa faaliyetlerine katılarak para kazandı. Tahta çıktığı zaman servetinin 100.000 altını aştığı söylenir.
Anayasaya dayalı meşrutî bir idare kurmak isteyen ve bu yüzden Abdülaziz ile V. Murad'ı tahttan indiren Midhat Paşa ve arkadaşlarıyla anlaşan II. Abdülhamid, 31 Ağustos 1876 Perşembe günü tahta çıktı.
Bu sırada Osmanlı en buhranlı günlerini yaşıyordu. Abdülaziz devrinde başlamış olan Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmalarına V. Murad devrinde Sırbistan ve Karadağ muharebeleri de eklenmişti. Bu isyanları kışkırtan ve destekleyen Rusya ve diğer yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle zorlu geçen 33 yıl gibi uzunca bir süre devleti yönetti.
Ancak 1908 Yılındaki yaşanan 31 Mart Vakası, Osmanlı ve Abdülhamit Han için artık sonun başlangıcı olmuştu…
Selanik'ten gelen üçüncü ordu marifeti ile 27 Nisan 1909 yılında Abdülhamit Hanın tahtan indirilip Selanik'e sürgün edilmesi üzerine sıkıntılı günler başladı…
Ne garip bir tecellidir ki Sultan Abdülhamit Han gibi 33 yıl hüküm sürmüş kudretli bir padişahı indirmek için elini kolunu sallayarak ği İstanbul'a gelen üçüncü ordu, üç yıl sonra aynı gücünü Selanik'in savunması için gösterememiş ve 1912 yılında Selanik'i silahlarını ve cephanelerini düşmana bırakıp arkasına bile bakmadan kaçmıştır…
Tarafsız bir göz ile bakıldığında ve olaylar doğru okunabildiğin de bu tarihi gerçekler ve yaşanmışlıklar günümüz için ne kadar çok şey anlatıyor…
Osmanlının dağılması ile emperyalistler arasında pay edilen Libya, Irak, Sudan ve Yemen'de yakın tarihimizde yaşananlarda hafızalarda hala tazeciktir… Bu devletlerin yaşadıkları da anlamak isteyenler için neler anlatmıyor ki…?
1970- 1990 yıllar arasın da Saddam'ın Irak'ına ve Kaddafi'nin Libya'sına imar ve inşaat çalışmaları için onlarca Türk firması ve binlerce işçi gitmişti…
Beğenilmeyen Kaddafi'nin zamanında yeni evlenenlere ev ve iş garanti ve Libya yaşanabilir bir ülke idi. Ancak halk onlar ile yetinmedi daha fazlasını istediler. Sonuçta ortada ne Libya kaldı nede Irak kaldı…
Abdülhamit Han'ın, Saddam'ın ve Kaddafi'nin hataları var mıydı? Elbette ki vardı… Ama en büyük hatayı halk yaptı. Çünkü işgalcilere ve yerli işbirlikçilerine inandılar ve ülkelerinin kapılarını ve gönüllerini yalan vaatlere açtılar bazıları da buna sessiz kaldılar…
Bu günlerde de Abdülhamit Han zamanın da çok sık tekrarlanan “Hürriyet, İstibdat, Özgürlük” sloganlarını sıkça duyduğumuz için insan ister istemez geçmiş ile günümüz arasında fikir köprüsü kuruyor ve çok kötü bir çağrışım oluyor ve hafızasında ister istemez geçmiş ve günümüzde yaşanan birçok olay filim şeridi gibi canlanıveriyor…
"Namlusunu milletine çevirmiş bir tanka selam durmam." Direnişi ile hafızalarımızda ve gönüllerde yer etmiş Rahmetli Muhsin Başkan “Türkiye İran olmayacaktır." diyen 28 Şubat'ın kudretli generallerine "Doğru, Türkiye İran olmayacaktır, Cezayir olmayacaktır ama Türkiye'yi de Suriye de yaptırtmayacağız." diyerek meydan okuduğu zaman elleri kızarırcasına alkışlayanlar.
Şimdiler de “Soğan, sarımsak” diye yanlış değirmene su taşıdıklarının farkına bile varamıyorlar…
Köprüler geçildikten sonra bugünkü dostlarının “Dayı'nın” D'sinin atıp ta -seçim sonrası- “Ayııııııı” diye bağırdıkları zaman ayakları suya erer mi bilmem… Ama ben onlara cevap vermek yerine bu yazıyı okumalarını tavsiye edeceğim….