Hür HABER - Türkiye'nin Online Haber Platformu

Hür HABER - Türkiye'nin Online Haber Platformu

Hür Haber, Türkiye ve dünyadan önemli olan Son dakika, Güncel, Teknoloji, Magazin ve Siyaset haberlerini okuyabilirsiniz.

SON DAKİKA
Sol Ok
Sağ Ok
Menü
Ara
Facebook Twitter
ANASAYFAGÜNDEMSİYASETSPOREKONOMİ SEYAHAT TEKNOLOJİ YAZARLAR FOTO VİDEO

Ekin Gün

3 Konu 3 Soru

Facebook Twitter Linkedin WhatsApp Tumblr Yazdır Büyüt Küçült

Bugün bir değişiklik yapacağım. Vakti zamanında medyada çok konuşulmuş, alevi sönse de hala ara ara konuşulmaya devam eden üç konuyu ele alacağım ve satır sonunda da bir soru sorarak konuyu bitireceğim. Aslında bahsedeceğim bu üç konudaki tavrım benim sadece politik konulardaki değil hayat felsefemdeki ilkeleri de temsil ediyor. Bu ilke ve felsefelerin birleşimi ise adalet ve dürüstlüğe çıkıyor. Umarım meramımı sürç-i lisan etmeden anlatabilirim.

1) Kamuoyunda birkaç haftadır konuşulan bir konu var. O da CHP Milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi'nin Ataşehir Belediye Başkanı olan eşi Battal İlgezdi'yle birlikte sahip olduğu rezidanslar ve lüks daireler. Bu rezidans ve lüks dairelerin özelliklerine ve sayılarına hiç girmeyeceğim. Zaten beni de bunlar ilgilendirmiyor. Türkiye'de alım gücü bakımından insanların bu tarz mal varlıklarına sahip olması hepimizi ancak mutlu eder, sahip olmayanların da olmasını istemek en doğal isteğimiz olur. Lakin bu mal varlıklarına nasıl sahip olunduğu ve bu mal varlıklarına hiç sahip olmamış gibi politika sömürüsü yapmak pek olacak iş değildir. Gamze Akkuş İlgezdi'nin bu rezidans ve lüks dairelere nasıl sahip olduğu milletvekili sıfatını kazandıktan sonra ülkenin şeffaflığı açısından vatandaşın bilmesi gereken ahlaki bir kuraldır. İkincisi İlgezdi'nin bu mal varlıkları ortaya çıkmadan önce Meclis yemininde sol yumruğunu havaya kaldırarak “solcu selamı” vermesi duruma bugünden bakıldığında politik sömürüden başka bir şey değildir. Çünkü o ima ettiği solcu selamını asgari ücretle çalışan işçilere gönderen İlgezdi'nin düşünmesi gereken o işçilerin bir ömür çalışsalar bile o rezidanslara sahip olamayacağı ve kendisinin lüks yaşantısının da o emekçi selamıyla ne kadar örtüştüğünün vicdanıyla muhakemesidir. Üçüncüsü ise 17-25 Aralık Darbeleri'nde Cemaat/Doğan medyaları çarşaf çarşaf yolsuzluk iddialarını sürmanşetlerden verirken her avukatın bile sahip olamadığı bu rezidanslarla ilgili haberleri bırakın birinci sayfayı gazetelerinin hiçbir sayfasında neden görmez? AK Parti medyasının yolsuzluklarla ilgili hassasiyeti olmadığını iddia eden bu medya kuruluşları amaçları yolsuzluk meselesiyle şayet İlgezdi çiftinin bu mal varlığına nasıl sahip olduklarını araştırmaları bu hassasiyetlerinin bir ölçüsüne adaletli bir işaret olmayacak mıdır? Yoksa asıl meselenin hiçbir zaman bahsedilen mesele olmadığı gibi bu noktada da mesele yolsuzluk değil midir? Ne taraftan bakarsak bakalım Cemaat/Doğan medyaları açısından gidişat çifte standart, İlgezdi çifti açısından da politik sömürüden başka bir şey olmuyor.

2) Geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi dershanelerin kapatılması yönündeki kanunu iptal etti, muhtemelen de bu kararının gerekçesini Çarşamba günü açıklayacak. İlkesel olarak serbest piyasa ekonomisi ve dolayısıyla özel sektörü destekleyen biri olarak özel sektörlerin devlet eliyle kapatılmasını ve piyasaya devletten gelen bir müdahaleyi doğru bulan bir kişi değilim. Lakin aynı oranda halkın seçtiği bir hükümetin sosyal, ekonomik politikalarda karar verme yetkisinin hükümette olduğunu nasıl düşünüyorsam eğitim konusunda karar verecek mekanizmanın da Keynes tarzı ekonomiyle idare edildiğimiz için seçilen hükümete bağlı olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda kanunları da halkın talepleri doğrultusunda seçilen hükümetlerin hayata geçireceğine inanıyor ve bu noktadan da yola çıkarak Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu bu kararı hatalı buluyorum. Bu noktada esas alacağımız ortak meşruiyetin, her ne kadar verilecek politik karar sosyal, ekonomik ve eğitim alanındaki ilkelerimize ters düşse de demokrasi olduğunu içselleştirmemiz gerekiyor. Sayısı bir dershane sınıfının mevcudunu geçmeyen Anayasa Mahkemesi'nin üyelerinin milyonları ilgilendirecek bir siyasal kararı vermesi ve buna kimsenin dokunamaması Demokles'in kılıcının başımızın üstünde sallandığının da bir göstergesi. Öyle ki bu noktada bir darbe ürünü olan Anayasa Mahkemesi'nin yapısal işleyişini tartışmak ve bu tartışmalardan yola çıkarak Anayasa Mahkemesi'nin kurumsal yapısını tüm vicdanlara ortak bir şekilde seslendirebilmesi için hukukun bağımsızlıktan ziyade tarafsızlık ilkesinin gerçekten ortaya konmasında büyük fayda var. Zaten bugüne kadar yaşadıklarımız hukukun bireyi değil de devleti koruduğundan dolayı olmadı mı? Ya da hukukun dogmatik olarak algılanmasından ve halkın hukukunun hiçe sayılmasından dolayı? Onun için Anayasa Mahkemesi gibi bir kurum kurulduğu günden bu yana halkın çoğunluğuna ne derece ortak bir şekilde seslenebildi ki vermiş olduğu bu son karar tarafsız ve bağımsız olabilsin? Konunun dönüp dolaşacağı yer her ne kadar sivil anayasaya doğru gidecek olsa da sivil anayasada Anayasa Mahkemesi'nin kurumsal zihniyeti herkesin güvenini sağlayacak bir şekilde olmalı ve artık 2015 yılına geldiğimiz bu çağda siyasal konuları/yaptırımları ele alan ve bunlarla ilgili karar veren hükümetin en gerçekçi meşruiyet odağı olduğu anlaşılmalı. Geriye kalan çıkış yolunu sivil halk zaten bulacaktır.

3) Son zamanlarda kamuoyunda bazı güvendiğim isimlere ve vicdanından kuşku etmediğim isimlere baktığımda tartışmalarımızı fikir tartışmasından çıkarıp bel altı tartışmalara doğru dümen kırdığımızı düşünüyorum. Özellikle geçtiğimiz ay yapılan LGBTİ'nin Onur Yürüyüşü verdikleri yürüyüşten yola çıkarak HDP'nin eşcinsellerin partisi olduğu ve bunun için helak olması gerektiğini belirtenlerin azımsanmayacak çoğunlukta olduğunu görmek Yeni Türkiye'ye uyan bir tutum değil. Birincisi HDP beğenelim beğenmeyelim halkın oylarıyla Meclis'e taşınmış bir partidir, halkın oylarıyla taşınması eleştirilmemesini öngörmez ama halka saygıdan dolayı bu eleştirinin fikir çerçevesi şeklinde yapılmasını öngürür. İkincisi HDP'nin silahlı bir örgütle bağlantısından tutun da yapmış olduğu kirli algı operasyonlarına kadar eleştirilecek birçok noktası varken cinsel kimliği farklı olan insanları işin içine katarak ve bu noktada onları da başkalarına hedef haline getirterek eleştirmek çok büyük yanlıştır. Üçüncüsü Stonewall'den bugüne cinsel kimlik ve kadın meselesi konusunda birçok okuma yapmış ve standart bir demokratlığa sahip olduğuma inandığım biri olarak şunu söyleyebilirim ki kişinin cinsel kimliği başkasına zarar vermediği ölçüde sadece ve sadece kendisini ilgilendirir. Bu demokratlığın ve evrensel insan haklarının da temel bir ölçüsüdür ayrıca. İnsanların nasıl din, dil, ırk gibi konulardaki farklılığını demokratlığımız sonucunda hoş görmek mecburiyetindeysek cinsel kimlik farklılığını da hoş görmek mecburiyetindeyiz. Dördüncüsü her yazımda hemen hemen belirttiğim bu ülkenin değişim dinamiği olan muhafazakar camiadan bazı dindarların LGBTİ konusunda kullanmış olduğu dilin Kemalist dilden farklı olmadığını söyleyebilirim. Örneğin; bazı dindarların LGBTİ'nin geçen Haziran ayında yapmış olduğu yürüyüşe ilişkin “gitsinler Hollanda'ya” söylemi kendilerine özellikle 28 Şubat zamanında “gitsinler Arabistan'a, İran'a” söyleminden farksız mıdır? Bence değildir. Birinin diliyle birilerine tahakküm kurmakla o ülkeye demokrasi ve özgürlük gelmez. Aynı zamanda hep bu konu konuşulduğunda artık klasik hale gelen Erdoğan'ın Abbas Güçlü'nün programında AK Parti iktidar olmadan önce 2002 yılında eşcinsellerin öldürülmesiyle ilgili söylemiş insani sözleri Google'dan search ederek bulabilirsiniz. Aynı şekilde tabanı dindar olan ve genellikle dindar kesimden oy alan AK Parti'nin 7 Haziran Seçim Broşürü'nde LGBTİ yürüyüşlerinden bahsedildiğini, bundan iki-üç yıl önce AK Parti mitinginde LGBTİ'nin sembolü gökkuşağı bayrağının dalgalandığını ve AK Parti'ye oy veren AK LGBTİ kuruluşu olduğunu da söylemek mümkün. Altıncısı LGBTİ mensuplarının da kendilerini halkın üstünde görmeden anlaması gereken bir şey var ki o da; ilk yürüyüşlerinin 2003 yılında AK Parti zamanında 200 kişiyle olduğunu ve o tarihten bu tarihe kadar her sene yürüyüşlerinde on binlere ulaşan sayıya beğenmedikleri, dışladıkları ve hatta aşağıladıkları bu iktidar döneminde sahip olduklarıdır. Ve unutmadan LGBTİ mensupları bu noktada bilmeliler ki bir yürüyüşte halkın dini ya da toplumun büyük kesiminin değer verdiği öğe ve figürlerle alay etmek, aşağılamak bu öğe ve figürlere değer verenler tarafından saygı görmenin imkansız hale geleceğine de davetiye çıkarmaktır. Bu da hoş olmayan yanlış bir tutumdur. Toplumsal problemlerimizi demokrasi ve özgürlük ekseninde çözmek adına birbirimizin değerlerine saldırmadan ve bunları birbirimize karşı üstünlük kuracak bir malzeme odağı haline getirmeden konuşmamız gerekiyor. Bir siyasal parti olan HDP'yi de tüm bu paradigmaları göz önünde bulundurarak toplumu oluşturan farklı cinsel kimliğe sahip insanları hedef haline dönüştürme gibi bel altı söylemlerine girmeden gerçekleştirmiş olduğu siyasal politika ve fikirlerle eleştirmek bana sanki daha faydalı olacakmış gibi geliyor. En büyük ihtiyacımız olan ve her daim yapmamız gereken şey de zaten bu karşılıklı fikir diyalogları değil midir?

  YORUM YAP / YORUM OKU
EKİN GÜN DİĞER YAZILARI
Hurhaber.com'da yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır. Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait yazılardan dolayı Hür Haber sorumlu tutulamaz.

ANASAYFA | GÜNÜN HABERLERİ | KÜNYE | REKLAM | RSS