Erdoğan, “Tüm bunlara şahit olduktan sonra artık 15 Temmuz öncesi gibi davranamayız. En başta ben davranamam. İktidar partisi olarak AK Parti de eskisi gibi davranamaz"
Bu cümlenin karşılığı, kapsadığı alan, geçmişe dönük özeleştirisi ve çizdiği gelecek açısından dileyelim ki önemini siyasetin hâkim olduğu tüm alanlar, başta medya ve siyaset kurumu olmak üzere özümseyebilsinler.
Ne demek “15 Temmuz ruhu” ?
“15 Temmuz Türkiyesi”ne baktığımızda, malum odakların söylediği gibi tek 1 kesimin sokakta olmadığını, birbirine benzemeyen tüm kesimleri birleştiren tek unsur, aynı duygudaşlıkla, aynı vatanseverlik bilinci ve sorumluluğuyla, endişesiyle, cesaretiyle, korkusuyla hareket eden, karşısındaki düşmanın farkındalığında olan ve her 1 kişisiyle nereye konuşlanacağını idrak eden “duyguda homojen” demokrasisine ve geleceğine sahip çıkan 1 toplum vardı.
15 Temmuz'un en büyük kazanımı şüphesiz ki bu “toplumsal birlik ve özgüven” olmuştur.
Türkiye, devlet hükümet ve muhalefet partileri, siyasetini, gelecek inşasını, projelerini, demokrasisini “15 Temmuz ruhu” ölçüsünde, bu hassasiyeti, dengeyi, birliği temel alarak uygular ve geliştirirse dış siyasette de atacağı adımlarda içerdeki ideolojik direnci kırıp aynı toplumsal desteği yanına alacaktır. İçeride hala büyük sorunlarımız var, 2 terör örgütü ile mücadele, Suriyelilerin barınması, istihdamı ve yakında gündeme gelecek olan vatandaşlığa kabulü, anayasanın değiştirilmesi, siyasal sistem modeli tartışması gibi, devlet ve toplumun omurgasını oluşturan/şekillendirecek olan ana sorunlarla içeriden dirence takılmayacak şekilde 15 Temmuz ile iyileşen omurganın hasar almamasına özen göstermek lazım.
Küçük 1 örnekle; Erdoğan'ın gençler üzerindeki etkisi malum, mesela lise, üniversite, stk ziyaretlerini çeşitlendirmesi, toplumun her kesimiyle doğrudan ilişkiye geçmesi, siyasi partilerle olan ilişkisinde değişikliğe vb aksiyonlara şahit olacağız gibi görünüyor. Bunun işaretlerini de fiilen görüyoruz. 15 Temmuz'un oluşturduğu “çatı” bu açıdan çok değerli ve ihmale gelmemeli. Yukarıdaki sözün alt metin açılımı da budur. Ancak bazı malum kesimler var ki, bu birlik görüntüsünden son derece rahatsız ve bunu dinamitlemek için bildikleri her yolu deniyorlar, onlardan bazıları ne yazık ki “hükümet medyası” tarafında olan 1 medya grubu. 15 Temmuz'un sağladığı empati ve farkındalık başka 1 kırılmaya yol açabilir bu yüzden medya kendisine derhal çeki düzen vermeli ve içindeki FETÖ odaklarından arınmalı.
Burada şunu da sormak gerek, yukarıdaki sözü Erdoğan etmiş olabilir, Başbakan Binali Yıldırım zaten başından beri sorumluluğunun bilincinde hareket ediyor, keza Erdoğan da öyle. 15 Temmuz muhalefet ve kurumlar açısından ne ifade ediyor, ne tür sorumluluklar yüklüyor?
Devlet Bahçeli; 15 Temmuz işgal gecesinin nerdeyse ilk dakikalarından itibaren tüm teşkilatını seferber etti, sokağa, meydanlara ve 7 Ağustos büyük mitingine davet etti, teklifleri ikiletmedi, kibir yapmadı, devletin ve milletin yanında olduğunu, sorumluluktan kaçmadığını, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Cumhurbaşkanının ve hükümetinin yanında durduğunu hem sözleriyle, hem de fiilen gösterdi. O gecenin basit 1 terör saldırısı olmadığının, 1 işgal girişimi, Türkiye'yi yönetilemez hale getirmenin, iç savaş girişimi olduğunun farkındaydı Bahçeli. Sayın Bahçeli'nin devlet adamlığı bilinci ve tecrübesiyle 15 Temmuz da aldığı pozisyon tarihe geçecek ve hayırla anılacak.
Kemal Kılıçdaroğlu; O gece saatler sonra kendisinden haber alabildik, maalesef! Açıkçası Kılıçdaroğlu'nun önce havayı kokladığını ve ona göre şekil aldığını düşünüyorum, işaretler de bu yönde zaten. Sokaktaki şanlı direniş, FETÖ'cü işgalci teröristlerin kahramanca püskürtülmesi, yüzlerce şehit, binlerce yaralıya rağmen halkın geri adım atmaması, polis gücünün halkla organize olması, özellikle merkez medyanın da tutumu Kılıçdaroğlu'nu “kısmen” önemsemediği 15 Temmuz işgal girişimi karşısında tavır almaya zorladı, fakat sözleri hep “şerhliydi”, şöyle ki; Ne darbe ne diktatörlük! Ne askeri darbe, ne sivil darbe! … gibi oldukça esnek, muğlak sözlerle hem tabana, hem Batı'ya ne kadar “demokrat” olduğunu gösterme çabası kendisini nerdeyse darbeci yapıyordu, ta ki 7 Ağustos mitingine gelene kadar. O süreci de kısaca hatırlayalım, 7 Ağustos miting davetini ilk önce, kendi ifadesiyle “Erdoğan'ın imajını kurtarmak amaçlı olduğundan” kabul etmemişti. Bunda da toplum baskısı baskın geldi ve teşrif ettiler. Çokta iyi etti. Gelerek “imajını” kurtarmış oldu! Kılıçdaroğlu kendisini “denge” siyaseti üzerine kurgulayan danışmanlarının farkındadır umarım ve o da böyle davranmaya daha fazla devam edemez. Ne toplumsal mutabakat buna tolerans gösterecek psikolojide ne de siyaset kurumu. Hergün bombalanmış meclise gidebilmek, 15 Temmuz'un “ne” olduğuna dair önemli ipuçları veriyor. Elbette tarih bunu da atlamayacak.
Selahattin Demirtaş; Az daha sussa nerdeyse adını varlığını unutacağımız 15 Temmuz'un sicili en bozuk kişisi. Uzun bahsetmek neye yarar bilemiyorum ama ayrıca 1 yazı konusu olabilir, o yüzden kısaca; Demirtaş darbecidir. 15 Temmuz girişiminin Kürtlere, Türkiye'ye maliyetini bildiği halde günlerce sesi çıkmamıştır. Neyi göze aldı bilemiyorum. Bunun hiç 1 izahı yoktur, bu siyasi intihardır. Nitekim FETÖ'de son hamlesini yapıp büyük beklentilere girip intihar etmiştir. Demirtaş'ın payına da maalesef FETÖ ile aynı cümlelerde yer almak düşmüştür.
Twitter; @yildirimyasemin